deneme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
deneme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Eylül 2012 Çarşamba

Feminist Edebiyattan


Selim İleri'nin övgüsünü üzerine
İlknur Özdemir çevirisini aldım
ve pek memnun kaldım. 
Feminizm ve edebiyat diyince akla ilk Virginia Woolf gelir, Woolf kitapları içinden de feminist yazının klasiklerinden sayılan Kendine Ait Bir Oda (A Room of Someone's Own). Bu uzun deneme yazarın 1928 yılında Cambridge Üniversitesi'nde kız öğrencilere hitaben yaptığı konuşmanın üzerine inşa edilmiş. Woolf kitabında "kadın ve kurmaca" konusunu tartışıyor. Bunu yaparken çeşit çeşit sorular gündeme getirip kapsayıcı bir açıdan konuyu ele alıyor. Öyle ki kitap bir kadınlar ve toplum kitabına dönüşüyor. Nasıl mı? Şöyle...

Woolf, kadının kurguyla ilişkisinden önce sıradan bir kadının nasıl yaşadığına, neleri yapıp neleri yapamadığına odaklanıyor. Hayali bir Mary Saton yaratıp onun gözünden üniveristeleri, sokakları, kütüphaneleri dolaşıyor. İlk tespiti kadının eğitim dahil her türlü entellektüel etkinlikten dışlanmış olduğu. Sonra buna karşı gelerek söz gelimi şiirle ilgilenecek bir kadının nasıl alaya alınacağını, küçümseneceğini, işi ileri götürürse cezalandırılacağını anlatıyor. Burada ünlü Shakespeare'in bilinmeyen kız kardeşi hikayesin anlatıyor. Her şeye rağmen yazan kadınların edebi kalitelerini bozan bir hınç, nefret ve hayal kırıklığının varlığına işaret ediyor. Bu noktada kitaba adını da veren çözümünü sunuyor: ekonomik bağımsızlık ve kendini geliştirmek için ayrılacak zaman ve mekan. Bu yolla kadınların hem erkekler gibi üreteceklerini hem de halihazırda annelerinin yoksulluğu ve unutulmuşluğu nedeniyle çektikleri sıkıntıların bir sonraki kadın kuşaklarına aktarılmayacağını söylüyor.

Okurken sık sık ben bu satırları hatırlıyorum dedim. O kadar alıntılanmış, o kadar örnekleri başka başka yerlerde kullanılmış ki... Eh bir kaç alıntı da ben yapayım o zaman:

''Kurmaca olgulara bağlı kalmalıdır, olgular ne kadar sahiyse kurmaca da o kadar iyi olur - bize böyle öğrettiler.'' 
''Eğer Mrs. Seton ve annesi ve onun da annensi para yapma sanatını öğrenmiş olsalardı, babaları ve onlarda önce gelen büyükbabaları gibi paralarını kendi cinslerine uygun öğretim üyelikleri, okutmanlıklar, ödüller ve burslar tesis edilmesi için bırakmış olsalardı, biz burada tek başımıza keklik eti ve bir şişe şarapla gayet ölçülü bir yemek yiyebilirdik; bize cömertçe bahşedilmiş mesleklerden birinin koruması altında olacağımıza güvenerek, zevkle geçireceğimiz onurlu hayatı dört gözle bekleyebilirdik.'' 
''Neden erkekler şarap içerken kadınlar su içiyorlardı? Cinslerden biri o kadar varlıklıyken öbürü neden yoksuldu?'' 
''Keats ve Flaubert ve diğer üstün yetenekli adamlar dünyanın kendilerine kayıtsız kalmasına güç dayanıyorlardı, ama kadınlara baktığımızda bu kayıtsızlığın yerini düşmanlık alıyordu. Dünya kadına, erkeklere dediği gibi 'İstersen yaz, umrumda değil!' demiyordu. Dünya kaba kaba gülerek 'Yazmak mı?' diyordu. 'Yazman ne işe yarıyor?'''

Kitabın önemini ve etkileyiciliğini bir örnekten daha görebiliyoruz. 2007 Nobel Ödüllü yazar Doris Lessing'in 19 Numaralı Oda (To Room Nineteen) adlı öyküsü Woolf'un Kendine Ait Bir Oda'sına karşılık, ondan esinlenilerek yazılmış. Bu öyküde Lessing evli, mutlu ve dört çocuklu tipik bir kadının içindeki üretme dürtüsüyle olan macerasını anlatır. Kendini keşfetmek, içinden geleni yazmak ve üretmek için sığınacak, yalnız kalacak bir yer arayan kadın sonunda bir otelde 19 numaralı odayı tutar ve düzenli olarak burada zaman geçirmeye başlar. Okumak isteyecekler için sonunu söylemiyorum ama son Woolf'un yazdığı (veya erkeklere özgü herhangi bir işe el attığı) için dışlanan, aşağılanan, cadılıkla veya delilikle suçlanan kadınlarla ilgili öngörüsünden farklı değil.

Lessing'in feminist edebiyatla özdeşleşen tek eseri bu değil. Yazarın en önemli kitabı kabul edilen Altın Defter (The Golden Notebook) yazarın tüm itirazlarına rağmen feminizmin önemli eserlerinden sayılıyor. Gerçekten de kadın olmak, kadnlık halleri ve toplumla kadının ilişkisi üzerine siyleyecek sözü çok olan bir kitap. Diğer yandan değişik katmanları ve konularıyla sadece bir kadın kitabı da asla değil.

Altın Defter, zamanında çok satan bir kitap yazmış fakat şimdi yazar tıkanması yaşayan, eski komunist parti üyesi ve gazeteci Anna Wulf'un kişilik krizini konu alıyor. Anna düşüncelerine ve hayatına bir düzen verebilmek için dört farklı konuda (yazarlık sorunları, siyaset, ilişkiler, günlük olaylar) dört ayrı renkli defter (sırasıyla siyah, kırmızı, sarı, mavi) tutmaya karar veriyor.

Bu defterler boyunca Anna'nın hayatı, duyguları, anıları, düşünceleri, çevresindekiler arasında bir yolculuğa çıkıyoruz. Romanın defterlere bölünmesi ve bu defterlerin sanki başka başka hayatlara aitmiş gibi durması şekil ve içeriğin birbirini tamamlamasına en güzel örnek. Bu anlatım sanki bir yanda Anna'nın kişilik parçalanmasını temsil ederken bir yandan da çok çeşitli izleklerin bir arada sunulmasına imkan veriyor. Bunlar arasında ne yok ki: kadınlık-annelik, siyaset-komunizm, Amerikalı olmak-İngiliz olmak, sağlık-delilik, yaratıcılık-yazarlık, modern insan, kişilik algısı (özellikle sinema bölümlerinde), aile-ilişkiler, beyaz adam-siyah adam... Hepsi ayrı ayrı vurgulanmasına rağmen okudukça görülüyor ki hepsi bir bütünün parçası.

Yine de yazarın sıkı okuyucuları arasından sadece benimsediği tek bir defteri okuyanlar da varmış. Lessing'in bir söyleşinindeki ifadesine göre romanı okuyanlar genelde izleklerden sadece birini ya da birkaçını görebiliyor, genelde bu onun neye ihtiyacı ve ilgisi varsa o oluyormuş. Ben de tek bir defteri değil ama Güney Afrika yıllarına ilişkin bölümleri çok beğendim. Kadınlığa ilişkin güzel paragraflar da vardı ama özellikle şu cümle aklımda yer etti: ''Erkekler özgür olmadan kadınlar nasıl özgür olabilir?''

Roman boyunca birçok erkek sahneye çıkıp sahneden iniyor; bence bu erkekler kadınlarla ilişkileri açısından bir takım özellikleri sembolize ediyorlar ve belirli bir rol oynamak için oradalar. Örneğin kimileri karılarını aldatıp sonra suçu diğer kadına atanlar, kimileri de ailelerini şirketleri gibi yönetmeye kalkanlar.

Konumuza dönersek; defterler boyunca Anna Afrika'da bir beyaz, İngiltere'de bir komünist, bu dünyada bir kadın olmanın yükünü sırtlanmaya çalışıyor. Bu halleri, kendini anlamaya çabalıyor. Giderek deliriyor... ve sonunda deliliğin en koyu olduğu yerde tüm defterlerin birleşimi ve toplamından fazlası olan Altın Defter'de dönüm noktası yaşanıyor. 

Parçalı anlatımın hakim olduğu, iç içe geçmiş birkaç hikayenin anlatıldığı, delilik buhranının sonlara doğru okuyucuyu boğduğu bu kitabı okumak hiç kolay değil. Zaten yayımlandığı dönemde roman eleştirmenlerce pek beğenilmemiş; fazla kişisel ve zor bulunmuş. Öte yandan derinliği nedeniyle tekrar tekrar okuyup hepsinde farklı bir anlam çıkaracağınız zengin bir kitap. Bazı kitapları okumanın yaşı vardır; biraz hayat tecrübesi ve olgunlukla bu kitabın da daha iyi kavranabileceğini düşünüyorum.

Bir de Anna Wulf'un Virginia Woolf adıyla bir ilgisi var mı acaba?


17 Mayıs 2012 Perşembe

06 Plakalı Kitaplar

Ankara'da doğdum, büyüdüm, okudum, çalıştım... Severim Ankara'yı. Başka yer bilmediğimden sanmayın. Çok şehir gezdim, Türkiye hariç üç ayrı memlekette yaşadım ama dönüp dolaşıp Ankara'ya geldim. Yalnız fark ettim ki Ankara hakkında pek okumamışım. Ankara Kitap Fuarı'ndan aldığım beş kitaptan dördünü bir şekilde Ankaralı kitaplardan seçerek bu açığı kapatmaya çalıştım. İşte onların bazılarından notlar...

Burası Ankara - Kurthan Fişek

Kurthan Fişek bir Ankara fanatiği! Burası Ankara da onun Hürriyet Ankara ekine yazdığı köşe yazılarının bir derlemesi. Yazılarda her şey var; Ankara'nın tarihi, hayvanları, ninnileri, üniversiteleri, mahalleri, insanları... en çok da siyaseti. Ankara söz konusu olunca siyasetten, siyasetçilerden bahsetmemek olmuyor galiba. Hele kendisi de bir siyaset profesörü olan, siyasi aktivizmi nedeniyle çok badireler atlatmış bir üstat için böyle bir şey düşünülemez. Ama siyaset dedim diye hemen yüzünüzü asmayın. Kurthan Hoca'nın dilinden ve anılarından Ankara siyaseti basbayağı eğlenceli, ilgi çekici. İnanmazsanız şunu okuyun:
"Gazeteye haber geldi. 'Ecevitlerin efsanevi kedileri kayıp...' Herkes kötüyü düşünür. Herkes seferber oldu. Birileri mi kaçırdı, birileri mi zehirledi? Ara da bulasın! Ecevit familyasının kedileri nihayet bulundu. Kapı komşusu Alpaslan Türkeş'in bahçesine iltica etmişlermiş meğerse... Orada daha iyi besleniyorlarmış... Kedilerden, kurtlardan al haberi... Genel seçimlerdeki oy kaymalarının, sapmalarının haberini al kedilerden!"

Ben özellikle ODTÜ ve Mülkiye hakkındakiler ile "bir anım" veya "hayal ürünü" diyerek kaleme aldığı hiciv dolu yazıları pek beğendim. Bu beğenim sadece Kurthan Hoca'nın kişisel özellikleri ve kitabın konusundan kaynaklanmıyor. Kitapta, yoğun bir mizah ve kinaye, en kasvetli konularda bile insanı neşelendiren bir hava var. Bakın:
"'Burası Ankara'nın Hayvanları' diye iki bölümlük yazı yazmıştım. Ankara'da en çok bulunan hayvanın inek olduğunu, sonra sırayla katır, eşek gibi mahlûkatın geldiğini anlatıyordum. 
Yakın siyasi büroklatik çevremden sürekli aradılar: "Benden ne zaman bahsedeceksin? Haberim oldun, birkaç bin tane alıp seçmenlerime dağıtayım..."
Kendilerine zor anlattım. "Bu politik yazı değildir. Ankara'nın sahici hayvanlarından söz ediyorum. Sonradan olmalarından değil...""
"Harbiye-Mülkiye ikilemi ilginçtir. Olağandışı rejimler oldu mu, Fakülte Profesörler Kurulu'nun yarısı bakan olur, yarısı hapse girer.
Demokrasiye dönüldü mü, yarısı eksi görevine, hocalığa döner, mapus yatanlar "üst bürokrat" olur. İlişkinin esası hoşgörüdür, işbölümüdür."
Yalnız ODTÜ'lüler için şu söyledikleri hem doğru hem üzücü: "Kimimiz profesör oldu. Kimimiz devlet büyüğü... Kimimiz mevta..." 

Burası Ankara, çok görmüş geçirmiş, hayat dolu, şakacı ve azcık sivri dilli, babacan bir büyük amcayla sohbet etmek gibi. Hem bilge hem sıcak.

Başka Kent Ankara - Feridun Büyükyıldız

Burası Ankara, Ankara üzerine keyifli bir sohbet. Ankara'yı öğreneceğiniz, resimlerle referanslarla ilginç bilgilere dalacağınız kültür ve tarih turu ise Feridun Büyükyıldız'ın Başka Kent Ankara'sı.

Büyükyıldız Ankara âşığı, meşhur Milli Kütüphane'nin kütüphanecilerinden. Anlaşılan bu iki unsur (Ankara sevgisi ve kitap ile arşivlerle tanışıklık) birleşince ortaya bu harika kitap çıkmış.

Kitap, antik çağdan başlayıp 1960'lara uzanan bir dönemde, Ankara'nın tarihi, kültürü, toplumu ve yaşayışı hakkında ilginç bilgiler sunan yaklaşık üçer sayfalık yazılardan oluşuyor. Yazıları destekleyen bol fotoğraf ve gazete kupürü var. Anlatım bazen aynı anlama gelen cümlelerin tekrarlanması nedeniyle zedelense de akıcı ve açık. Sayfalar su gibi akıp geçiyor. Bu kısacık hazineyi okuyup bitirdiğinizde tadı damağınızda kalıyor. Dileyen kitabın sonundaki kaynakçadan istifadeyle okumalarına devam edebilir. Gerçekten kitabın kaynakçası kendi başına bir değer.

Ankara'ya "memur şehri, gri, sıkıcı" diyenler de okumalı. Zira bu kitap "gri ve yavan Ankara" kalıbının, yeni devletle bütünleşecek tarafsız ve geçmişsiz bir kent yaratma amacının bir dayatması olduğu yönündeki fikrimi kuvvetlendirdi.

Ama hepsinden öte, 1940'larda belediye otobüsüne arkadan binilip önden inildiğini, Ankara'dan nasıl yüzme şampiyonlarının çıktığını, İsrail'deki Ankara gününü, Gençler Birliği'nin nasıl kurulduğunu, son Anadolu parsının akibetini, üzerine Ankara Cinayeti isimli bir roman da yazılmış olan esrarengiz cinayeti, Çankaya Köşkü'nün ilk sahiplerini, Ankara'nın İncil'deki yerini, ve başka bir sürü enteresan konuyu bulacak, eğlenerek bilgi dağarcığınızı genişleteceksiniz. Ağzınıza bir parmak bal çalarak bu kitap hakkındaki sözümü bitireyim:
"Garson Süreyya, 1942 yılına gelindiğinde Kızılay'da ünlü Süreyya Gazinosu'nu açmıştır. 1963 yılına kadar hizmet vermeye devam eden Süreyya Gazinosu, Sezen Aksu'yu solist olarak ağırlamış, ünlü sanatçının "Minik Serçe" isminin kadınlar matinesinde Ankaralı hanımefendiler tarafından verilmesine vesile olmuştur."
Eğlenecek ve şaşıracaksınız dedim ama belki biraz da benim gibi sahip çıkılmayan kültür ve tarih mirasını okudukça üzüleceksiniz.

Kadın Öykülerinde Ankara - Efnan Dervişoğlu (Hazırlayan)

Bu kitabı hiç aklımda yokken aldım. İki şey beni bu kitaba çekti. Bir, seçkiye katılan yazarlar; Adalet Ağaoğlu, İnci Aral, Fürûzan, Nazlı Eray, Sevgi Soysal... ve Ankaralı diğer kadın yazarlar. İki, Ankara ve kadın gibi iki ilgilendiğim unsurun yan yana gelmesi.

Öykülerin hemen hepsinde başkahraman kadın, yazarlar zaten kadın. Konularda ise dikkatimi çeken edebiyatın en popüler konularından "aşk" mevzusunun çok az işlenmiş olması. İstanbul aşkın Ankara sevginin/arkadaşlığın şehridir derler. Sanki bunu ispat edercesine yirmi iki öyküden sadece ikisinde aşk konu edilirken diğer öykülerde insan ilişkileri, siyasi olaylar, şehir hayatı, bireysel meseleler işleniyor. Bunlar arasında bir denge olsa da Ankara deyince siyaset ve özellikle darbe dönemlerindeki baskı ve işkence ön planda. Yalnız nasıl aşk teması aşırı kullanılmaktan yıprandıysa Ankara için de siyaset ve işkence konularının aynı durumda olduğunu düşünüyorum.

Kitabı hazırlayan Dervişoğlu'nun önsözüne göre 13 öykü bu seçkiye özel yazılmış, 9 öykü ise yukarıda isimlerini saydığım meşhur yazarların evvelen yayımlanmış öykülerinden seçilmiş. Bu dokuz öykü neden yazarlarını bu denli isim yaptığını kanıtlar gibi kitabın genelinden ayrışıyor. Aral ve Firuzan'ın hikâyeleri beklentimi pek karşılamasa da Suzan Samancı'nın Radyodaki Ankara'sı tüm kitap içindeki favorim oldu.  Ağaoğlu'nun Üç Dakikası'nı ve Eray'ın Karanfil Gece Kursu'nu da çok beğendim. Soysal'ın Zulmet Sevinci adlı öyküsü birkaç paragrafla nasıl bir karakter (Polis Zafer) yaratılır dersi. Kitaba özel yazılan öyküler ise daha sıradan. Özellikle İç Deniz, Ankaralı Olmak, Lapa Lapa Kar Yağıyor gibi bazı öyküler biraz zorlama ve yavan. Bu ikinci gruptan favorim ise Sevgi Özel'in Bizim Kasaba adlı öyküsü.

Bence sipariş üzerine yazılan öykülerden 5-6 tanesi kitap dışı bırakılmış olsaydı çıta yükselebilir; çok daha tat veren, daha kısa ve daha çarpıcı bir kitap yayımlanabilirdi. Kitabın kapağını da beğenmediğimi söylemek zorundayım. Bu da kitaptaki bazı öyküler gibi yavan ve sıradan. Yine de okuduğuma memnunum. Böyle temalı seçkilerin benim gibi belirli konularda okumak isteyen okuyucular ve o konudaki edebi birikimi görmek isteyenler için önemli olduğunu düşünüyorum.


Bu yazıyı yazarken Ayvalık yazısındaki gibi şehir fotoğrafları koysam mı diye düşündüm. Tam bu sırada buradaki yazıyı gördüm, kitaplarda bahsi geçen çoğu mekânı içeren fotoğraflarını pek beğendim.


"Bir de Ankaralı bir roman söyle bari de tam olsun" diyorsanız yukarıdaki kitaptan hemen önce okuduğum İnci Aral'ın Şarkını Söylediğin Zaman'ını önerebilirim. Sonra Yüzleri Arayan Adam, Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra, Ankara Mon Amour... O kadar çok ki 06 Plakalı Romanları yakında üç bölüm halinde  yazacağım. Az sabır :)

Not: Hala Ankara'da geçen romanları yazamadım ama bunu yazdım: DumAnkara: Hayat Bir Yangındı