Dumankara, kitap tanıtımından da anlaşılacağı gibi arka sokaklarda, kenar
mahallelerde geçen Ankara dekorunda 21 hikaye anlatıyor. Hikayeler eskiden
yeniye doğru sıralanmış; 1916'da Ermeni mahallesinin ateşe verilmesiniyle
başlıyor. Sonraki hikayelerin hepsinde bir cinayet, bir mapusluk, bir
kabadayılık, bir fakirlik var. Birbirine benzer şekilde o kadar çok adam
harcanıyor ki insan bir süre sonra acaba hepsi böyle mi diye endişelenmiyor
değil. 1950'lere geldiğimizde hikayeler biraz daha çeşitleniyor ve benim
beğendiklerime geliyorsunuz. İlk öykü olan Ankara 1916'dan sonra Mazhar ile
Galip, Neşet Coşar, Ferdi, Bilmiyorum Fatma ve Koltuk benim favorilerim.
Bunlardan birer satır da olsa bahsetmezsem olmaz…
Mazhar ile Galip… bence kitaptaki en detaylı kurgularından birini içeriyordu. Okurken iri
yarı, diğerini önder bellemiş Galip ile kısa boylu, akıllı görünen Mazhar'ı
Steinbeck'in Lenny ile George'una banzettim. En sevdiğim yazar Steinbeck diye
her gördüğümü ona yoruyorum, edebi derinliğim burada boy veriyor diye bunu
hemen aklımdan çıkardım. Öyküleri okuduktan sonra Cantek'in giriş yazısını
okuyunca gördüm ki gerçekten de varmış böyle bir şey.
Neşet Coşar… bazen arkadaşlarım bak çok komik diye bir video, film veya dizi
izletirler; ben film veya diziyse ilk on dakikasında sıkılır kalkarım video ise
sabrederim; ikinci videoyu açmaya kalkana da mani olurum. Meğerse ben absürd
komedi sevmiyormuşum. Buradaki Angaralı süper kahraman absürd mizaha girer mi
bilmem ama bunu beğendim. Bu duygulu kahramanın ''Deliye kudur koydurmayın… Len
beni oynattırmayın. Hepicinizi portlatırım. Beni küfretirmeyin!'' diyerek
gözlerinden ışın çıkararak düşmana saldırmasını göz yaşlarıyla izleyen ''vay
ulubatlım'' diye diye methiyeler düzen polisleri gülerek okudum. ''Kim la bu
bebe?'' tavrını da Neşet'le birlikte iliklerimde hissettim (BA burada koşarak
gidip la bebe tişörtünü giyip geliyor). Çizim hakkında yorum
yapabilecek değilim ama öykünün bana komik gelmesinde çizimlerin de özel etkisi
olduğunu düşünüyorum.
Ferdi… Böyle bir şeyin olabilecğini hiç düşünmemiştim. Okuyunca da maalesef
gayet olabilir göründü gözüme. Yalnız bu Ankara'da yaşamış büyük adamların
anılarında göremeyeceğiniz, eski haber kupürlerinde bulamayacağınız türden bir
hikaye. Buna ancak yazar şahit olmuştur diye düşünmüştüm ki evet otobiyografik
bir tarafı varmış. Kitapta başka hikayelerde de irkilerek görüldüğü üzere
memlekette linç etmek, döverek adam öldürmek, suçlayıp etiketlemek ne kolay ne
sıradan bir olaymış arkadaş!
Bilmiyorum Fatma… O aile o cümleler o orta sınıflık o kadar bilindik ki… Gerçek bir öyküye
dayanıyormuş ama bunu yazarın açıklamasına da gerek yok aslında. Şu günlerde de
yaşananları acı acı anlattı bana. Hele o alkışlama…
Koltuk… Hikaye sıradan ama anlatımı, kurgulanışı güzel. Üç kişilik bir grup
bahçedeki bir koltuk hakkında bir hikaye uyduruyorlar. Hikaye bir aşk üçgenini
ve bir cinayeti içeriyor ama bu hikayeyi anlatanlarla hikayenin kahramanları
arasındaki hem fiziki hem de ilişkisel benzerlikler insanın aklına değişik
değişik şeyler getiriyor. Okuyan biri o da aynı şeyi mi düşünmüş paylaşırsa
memnun olurum.
Yazarın kitabın başında bu çalışmayla ve genel olarak Ankara'yla ilgili
düşüncelerini anlattığı bir giriş yazısı var. Bu yazıyı kitabı bitirdikten
sonra okumanızı tavsiye ederim. Hikayeleri okuduktan sonra o açıklama ve
yorumların çok daha anlamlı oluyor. Bu yazıda öykülerin esinlenildiği eser ve
yazarların adı da var ki bence buradan iz sürerek pek güzel şeyler okunabilir.
Bir de ben bu hikayeler Ankara'ya özgü değil, başka herhangi bir yerde geçiyor
olabilirdi diye düşünürken bahsettiğim bölümde yazarın şu sözleriyle karşılaştm
alıntılamak zorundayım:
''Bu hikayeler İstanbul'da veya Adana'da da geçebilirdi. Sofya'da veya İskenderiye'de… Ankaralı hikaye olmaz olsa olsa Ankara'da geçen hikaye olur. … aslolan insandır, ona dair hikayelerdir. Bu albumu o gözle okursanız sanki daha doğru olur. Ankara'da geçen çizgi roman yokmuş, öykü ve roman azmış, o da başka mesele. En azından benim öyle bir derdim, telafi etme arzum yok, bu da bilinsin isterim.''
Bunu çizen bunu da çizdi. |
Ben Levent Cantek'i Birikim dergisindeki yazılarından tanıyordum, siz de
diğer mizah çalışmalarından tanıyorsunuzdur belki. Yazarın Dumankara'yla ilgili
röportajını Öteki Sinema'da bulabilirsiniz.
Bu kitabı ODTÜ'deki kitapçıda görüp müthiş bir keşif yaptım diye düşündüm.
Elbette çizgi roman ve grafik roman ilgilileri bu albumu çoktan gündemine almıştı.
Haklılar da çünkü bu grafik roman türünün ülkedeki ilk örneği. Grafik ve çizgi
romancılık hakkında bilgim olmadığından çizimler konusunda atıp tutamayacağım.
Çizerler hakkında bilgiye ise hem kitabın son sayfalarından hem de internet
sitesinden ulaşabilirsiniz. Yalnız çizerlerden biri olan Murat Başol'un yanda
gördüğünüz güzel çizimin de sahibi olduğunu belirtmek isterim.
Son olarak daha fazla Ankara'da geçen kitap isteyenleri 06 Plakalı Kitaplar
başlıklı yazıya davet ediyor, Dumankara'yı da sıra dışı işlerden hoşlanıyorsanız
kaçırmayın diyorum.
* Ankara'da geçen romanlar listemi paylaşacağım yakında. Az olunca bulmak
da zor oluyor, böylece okumak isteyenlere yardımcı olurum belki.
Merhabalar;
YanıtlaSilBlogunu yeni keşfettim ve hemen takibe aldım.
300. takipçin benim.
Bana da gelirsen sevinirim :)
İyi Bayramlar
Sevgiler
http://whiteglaze.blogspot.com
twitter: @_gamzeahmet_
Herkese de buradan duyurmuş olalım :)
SilKitap çizimli hikayelerden oluşuyor demek? merak ettim, hikayeler ilginçmiş gerçekten:)
YanıtlaSilGörsellik açısından çizgi roman gibi ama buna grafik roman diyorlarmış.
Silbenide takipederseniz sevinirim http://edebikitap1.blogspot.com/
YanıtlaSil