8 Ağustos 2013 Perşembe

Dumankara: Hayat Bir Yangındı

Dumankara, kitap tanıtımından da anlaşılacağı gibi arka sokaklarda, kenar mahallelerde geçen Ankara dekorunda 21 hikaye anlatıyor. Hikayeler eskiden yeniye doğru sıralanmış; 1916'da Ermeni mahallesinin ateşe verilmesiniyle başlıyor. Sonraki hikayelerin hepsinde bir cinayet, bir mapusluk, bir kabadayılık, bir fakirlik var. Birbirine benzer şekilde o kadar çok adam harcanıyor ki insan bir süre sonra acaba hepsi böyle mi diye endişelenmiyor değil. 1950'lere geldiğimizde hikayeler biraz daha çeşitleniyor ve benim beğendiklerime geliyorsunuz. İlk öykü olan Ankara 1916'dan sonra Mazhar ile Galip, Neşet Coşar, Ferdi, Bilmiyorum Fatma ve Koltuk benim favorilerim. Bunlardan birer satır da olsa bahsetmezsem olmaz…

Mazhar ile Galip… bence kitaptaki en detaylı kurgularından birini içeriyordu. Okurken iri yarı, diğerini önder bellemiş Galip ile kısa boylu, akıllı görünen Mazhar'ı Steinbeck'in Lenny ile George'una banzettim. En sevdiğim yazar Steinbeck diye her gördüğümü ona yoruyorum, edebi derinliğim burada boy veriyor diye bunu hemen aklımdan çıkardım. Öyküleri okuduktan sonra Cantek'in giriş yazısını okuyunca gördüm ki gerçekten de varmış böyle bir şey.

Neşet Coşar… bazen arkadaşlarım bak çok komik diye bir video, film veya dizi izletirler; ben film veya diziyse ilk on dakikasında sıkılır kalkarım video ise sabrederim; ikinci videoyu açmaya kalkana da mani olurum. Meğerse ben absürd komedi sevmiyormuşum. Buradaki Angaralı süper kahraman absürd mizaha girer mi bilmem ama bunu beğendim. Bu duygulu kahramanın ''Deliye kudur koydurmayın… Len beni oynattırmayın. Hepicinizi portlatırım. Beni küfretirmeyin!'' diyerek gözlerinden ışın çıkararak düşmana saldırmasını göz yaşlarıyla izleyen ''vay ulubatlım'' diye diye methiyeler düzen polisleri gülerek okudum. ''Kim la bu bebe?'' tavrını da Neşet'le birlikte iliklerimde hissettim (BA burada koşarak gidip la bebe tişörtünü giyip geliyor). Çizim hakkında yorum yapabilecek değilim ama öykünün bana komik gelmesinde çizimlerin de özel etkisi olduğunu düşünüyorum.
Ferdi… Böyle bir şeyin olabilecğini hiç düşünmemiştim. Okuyunca da maalesef gayet olabilir göründü gözüme. Yalnız bu Ankara'da yaşamış büyük adamların anılarında göremeyeceğiniz, eski haber kupürlerinde bulamayacağınız türden bir hikaye. Buna ancak yazar şahit olmuştur diye düşünmüştüm ki evet otobiyografik bir tarafı varmış. Kitapta başka hikayelerde de irkilerek görüldüğü üzere memlekette linç etmek, döverek adam öldürmek, suçlayıp etiketlemek ne kolay ne sıradan bir olaymış arkadaş!

Bilmiyorum Fatma… O aile o cümleler o orta sınıflık o kadar bilindik ki… Gerçek bir öyküye dayanıyormuş ama bunu yazarın açıklamasına da gerek yok aslında. Şu günlerde de yaşananları acı acı anlattı bana. Hele o alkışlama…

Koltuk… Hikaye sıradan ama anlatımı, kurgulanışı güzel. Üç kişilik bir grup bahçedeki bir koltuk hakkında bir hikaye uyduruyorlar. Hikaye bir aşk üçgenini ve bir cinayeti içeriyor ama bu hikayeyi anlatanlarla hikayenin kahramanları arasındaki hem fiziki hem de ilişkisel benzerlikler insanın aklına değişik değişik şeyler getiriyor. Okuyan biri o da aynı şeyi mi düşünmüş paylaşırsa memnun olurum.

Yazarın kitabın başında bu çalışmayla ve genel olarak Ankara'yla ilgili düşüncelerini anlattığı bir giriş yazısı var. Bu yazıyı kitabı bitirdikten sonra okumanızı tavsiye ederim. Hikayeleri okuduktan sonra o açıklama ve yorumların çok daha anlamlı oluyor. Bu yazıda öykülerin esinlenildiği eser ve yazarların adı da var ki bence buradan iz sürerek pek güzel şeyler okunabilir. Bir de ben bu hikayeler Ankara'ya özgü değil, başka herhangi bir yerde geçiyor olabilirdi diye düşünürken bahsettiğim bölümde yazarın şu sözleriyle karşılaştm alıntılamak zorundayım:

''Bu hikayeler İstanbul'da veya Adana'da da geçebilirdi. Sofya'da veya İskenderiye'de… Ankaralı hikaye olmaz olsa olsa Ankara'da geçen hikaye olur. … aslolan insandır, ona dair hikayelerdir. Bu albumu o gözle okursanız sanki daha doğru olur. Ankara'da geçen çizgi roman yokmuş, öykü ve roman azmış, o da başka mesele. En azından benim öyle bir derdim, telafi etme arzum yok, bu da bilinsin isterim.''
Bunu çizen bunu da çizdi.

Ben Levent Cantek'i Birikim dergisindeki yazılarından tanıyordum, siz de diğer mizah çalışmalarından tanıyorsunuzdur belki. Yazarın Dumankara'yla ilgili röportajını Öteki Sinema'da bulabilirsiniz.

Bu kitabı ODTÜ'deki kitapçıda görüp müthiş bir keşif yaptım diye düşündüm. Elbette çizgi roman ve grafik roman ilgilileri bu albumu çoktan gündemine almıştı. Haklılar da çünkü bu grafik roman türünün ülkedeki ilk örneği. Grafik ve çizgi romancılık hakkında bilgim olmadığından çizimler konusunda atıp tutamayacağım. Çizerler hakkında bilgiye ise hem kitabın son sayfalarından hem de internet sitesinden ulaşabilirsiniz. Yalnız çizerlerden biri olan Murat Başol'un yanda gördüğünüz güzel çizimin de sahibi olduğunu belirtmek isterim.


Son olarak daha fazla Ankara'da geçen kitap isteyenleri 06 Plakalı Kitaplar başlıklı yazıya davet ediyor, Dumankara'yı da sıra dışı işlerden hoşlanıyorsanız kaçırmayın diyorum.

* Ankara'da geçen romanlar listemi paylaşacağım yakında. Az olunca bulmak da zor oluyor, böylece okumak isteyenlere yardımcı olurum belki.

5 yorum:

  1. Merhabalar;
    Blogunu yeni keşfettim ve hemen takibe aldım.
    300. takipçin benim.
    Bana da gelirsen sevinirim :)
    İyi Bayramlar
    Sevgiler
    http://whiteglaze.blogspot.com
    twitter: @_gamzeahmet_

    YanıtlaSil
  2. Kitap çizimli hikayelerden oluşuyor demek? merak ettim, hikayeler ilginçmiş gerçekten:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Görsellik açısından çizgi roman gibi ama buna grafik roman diyorlarmış.

      Sil
  3. benide takipederseniz sevinirim http://edebikitap1.blogspot.com/

    YanıtlaSil

Söyleyecek sözü olanlara bayılırım! :)