30 Mart 2015 Pazartesi

Bir Bilet Al


Gezi kitaplarını severim, gezmeyi daha çok severim. Bu yüzden elime bir paket kitap geçince içinden önce Gizem Altın Nance'ın Bir Bilet Al adlı kitabını okumaya başladım. Bu kitap Nance'ın yirmilerinin başında yaptığı 1 aylık Avrupa gezisini anlatıyor. Seyahatini interail ile yapmış. Öyle bir tren bileti düşünün ki bir süreliğine belirli bir bölgede istediğiniz kadar trene binebiliyorsunuz. Böyle olunca da ucuza çok yer görülebiliyor, geziniz bir yol macerasına dönüşüyor. Nance bu yolculuğundan o kadar zevk almış, bunun kendisini o kadar büyütüp geliştirdiğini düşünmüş ki bunu yazayım herkes benim gibi sırt çantasını alıp kendini yollara vursun demiş.

Kitap amacını göz önünde tuttuğunuzda çok, çok başarılı. İnsanı gezmeye teşvik eden, nereden başlayacağını bilemeyenlere ip ucu veren bir tarafı var kitabın. Çok kolay okunuyor. Nance konuşur gibi yazmış, yazdıkları da yayından önce de çok cilalanmamış. Bana tarzı bazen fazla ergan işi gelse de sevdim. Ayakları şiş, yarı aç ama keyfi yerinde genç bir kadının sesini duyuyorsunuz satırlarda. Aralara serpiştirilen fotoğraflar belki Nat Geo etkileyiciliğinde değil ama kanlı canlı, hakiki fotoğraflar. Kitabı zenginleştiriyor. Keşke bir de yazarın yaptığı rotayı harita üzerinde gösteren bir görsel olaymış.

Bu kitabın ilk kısmıydı. İkinci kısım "Rehber" adını taşıyor. İnterail'den konaklamaya, vizeden yanınıza almanız gereken şeylere kadar pek çok konuda bildiklerini ve tecrübelerini aktarıyor. Bence bu bölüme rehber demek iddialı olur. Bu kısım daha çok "Sık Sorulan Sorular" bölümü gibi. İlk anda merakınızı giderecek ve işe nereden başlamanız gerektiğini gösterecek bir başlangıç burası.

Başta bu kitaba bir gezi kitabı dedim ama anı kitabı desem daha iyi. Çünkü yazar gidip gördüğü yerlerden çok başından geçenleri, duygularını, düşüncelerini aktarıyor. Gezdiği şehirlerle ilgili bilgi çok sınırlı. Anlatım son derece öznel, sistemli de değil. Aynen yazıldığı gibi bir günlük kadar sistemli ancak.

Yeni fotoğraf makinamla hiç anlaşamıyoruz.
Ben kitapta bahsedilen şehirlerin (Paris, Nice, Sevilla, Barselona, Madrid, San Sebastian, Roma, Floransa, Milano, Venedik...) hemen hepsine gittim. Kimine yazarın yaptığı gibi bir sırt çantasıyla, az parayla, elimde sandviç, hostellerde kalarak, her yere yürüyerek... Kimine cebimde bol parayla, lüks restoranlarda yemek yiyerek, hatta kilo alarak, müzeleri boş verip mağazaları dolaşarak... Yazarın bazı yorumlarına katılıyorum bazılarına katılmıyorum. Mesela bence Venedik'in huzurla ilgisi yok. Çok ilginç, manzara olarak çok güzel ama sırf turistler için yaşayan, turistlerle dolu, hatta tıklım tıkış bir yer. 

Diğer bir konu da bence az parayla gezmek romantize edilecek bir şey değil. Azim takdir edilebilir, zorluklarına değer denebilir, bu açıdan övülebilir ama param varsa da otelde kalırım arkadaşım. Sırf başka turistlerle kaynaşacağım diye 10 kişinin yattığı  yere 11. olmam. Belki o yatakhanelerden hevesimi aldığım içindir, belki de yabancılara doyduğum içindir. Yemekleri ekmek arası geçiştirerek bir gün fazla kalabilirsiniz ama bir gün az kalıp ödüllü bir bistroda dört başı mağmur yöresel yemeğe parayı bayılırsanız o ülkeyle ve kültürüyle ilgili de çok şey öğrenebilirsiniz. Evet her güzel şey parayla değil ama üzücü olsa da bazı güzel şeyler ancak parayla.

Neyse artık ne istediğiniz size kalmış, kesin olan şey gezmek güzel şey. Yola çıkmadan şunlara da göz atabilirsiniz:

Shakespeare and Company


Not: Bu kitap Esen Kitap tarafından gönderildi. Yorumlarımın objektif olmasına özen gösterdim. Hem gönderi hem de anlayışları için teşekkür ederim.

19 Mart 2015 Perşembe

Anansi Çocukları


Bir aydır Kitap Notları'nda hiç yeni yazı yok. Neden? Neil Gaiman'ın Anansi Çocukları adlı romanı yüzünden! Bir aydan biraz fazla oldu, bu kitap elimde. Okuyorum, okuyorum bitmiyor. Dişe yapışan tofita şeker gibi. Ağzıma başka bir şey de atamıyorum. Yazamıyorum. Başka kitaplara geçemiyorum...

Neil Gaiman çok sevilen bir yazar. Kitapları okuyuculardan hep çok yüksek puanlar alıyor. Haliyle ben de merak ettim ve bir gün yine kitapçı gezerken Anansi Çocukları'nı indirimde görüp aldım. Kitap fantazi türünde. Fantazi özellikle okuduğum, sevdiğim bir tür değil ama bazı okuyucular gibi kategorik olarak karşı da değilim. En sevdiğim yazarlardan biri Ursula Le Guin mesela. 

Plot şöyle: Charles Nancy, nam-ı diğer Şişko Charlie, evlenmek üzere. Nişanlısı Charlie'nin babasının düğüne gelmesini çok istiyor ama Charlie babasına küs. Babası hayatı boyunca onu utandırmış, hiçbir zaman yanında olmamış. Karakteri de babasının tam tersi. Isararlara dayanamayarak babasını arıyor ama babasının öldüğünü öğreniyor. Cenazeye gidiyor, orada bir kardeşi olduğunu öğreniyor. Hiç inanmasa da bir gün bir örümceğe fısıldayarak kardeşine haber gönderiyor. Charlie'nin Örümcek adındaki bitirim kardeşi geliyor ve Charlie'nin başına gelmedik iş kalmıyor. Çünkü Charlie'nin kardeşi örümcek tanrı olduğu gibi babası da bir tanrıymış ve anlaşılan bu kanı taşıyanların normal bir hayatı olması mümkün değil.

Önce kitapla ilgili sevdiğim şeyleri söyleyeyim. İthaki sevdiğim bir yayıncı. Kitaplarının bir kalitesi var, baskılar, çeviriler hep özenli. Bu kitap da çok güzel çevrilmiş. Okurken çeviri bir kitap okuduğunuzu unutuyorsunuz. Güzel dipnotlardan emek verildiği anlaşılıyor. Baskıyı da beğendim. Kitaba yakışan bir kapak, yazım hatası olmayan temiz bir baskı. Daha ne yapsınlar?

Romanın en beğendiğim tarafı yazarın afacan anlatımı oldu. Roman boyunca kitabın gerçek üstülüğüne yakışan, en vahim olayları bile mizahi bir dille anlatan hoş bir üslup vardı. Betimlemeler sıkmayacak kadar kısa ama masalsı bir dünyayı hayalinizde canlandıracak kadar güçlü.

Peki ben bu kitabı neden 1 ayda bitiremedim? Çünkü hikayesinden sıkıldım. Beni sürüklemedi, meraklandırmadı, yeterince eğlendiremedi. Gerçeklikle hiçbir ilgilisi olmayan bir sürü şey oluyordu ama olaylar dünyamızda geçiyordu. Bu beni iki ara bir derede bıraktı. Bizim dünyamızda gerçek olması olası gerçek üstü şeyler mi oluyor? Yoksa burası bambaşka bir yer mi?

Anladım ki geçrek üstü unsurlar bir amaca hizmet etmiyorsa ben sıkılıyorum, her şey bana boş gelmeye başlıyor. Çok masalsı bir roman bana yepyeni bir dünya kurduğunu, aklımın hayalimin ötesinde maceralar yaşatacağını vaat edebilir. Hayatımın absürdlüğünü, çarpıklığını, kanıksadığımız garipliklerini yüzüme vurmak için onları eğip büyük gerçek üstü şekillerle bana sunabilir. Distopya veya ütopya kurup beni sosyal mesaj ve zihin egzersizi içinde bırakabilir. Hepsi kabulüm. Ama bu romanın ve fantastikliğinin amacı neydi? Anladım ki ben masallardan hoşlanmıyorum. Benim hoşuma gitmesi için fantazinin fantazi için değil bir şeyleri daha iyi anlatmak için yapılmış olması lazım. Yoksa bana hoş ama boş bir masal gibi geliyor.

Benim için zor geçen bir ayın ardından Anansi Çocukları'na karşı çok doluyum. Tavsiye etmiyorum demek istiyorum ama böyle dersem şu anki heyecanımla aşırıya kaçmış olabilirim. Benzer türde romanlardan hoşlanıyorsanız durmayın okuyun. Yok "fantazi ama neden" diye soran biriyseniz veya bu türe uzaksanız sizi Saramago, Le Guin, Tolkien kitaplarına doğru alalım.