8 Ekim 2015 Perşembe

Sözde Terörist


Bir süredir gündemi takip etmiyorum. Beni kınamayın, kınayamazsınız da. Öncelikle kınanacak o kadar çok şey var ki sıra bana gelmez. Sonralıkla da olanlara can mı dayanır, nasıl takip edeyim!? Böyle bir insanın herhalde gündemle, siyasetle ilgili kitap okumasını da bekleyemezsiniz. Ben de okumuyordum zaten. En çok satanların da en iddialıların da kapağını dahi açmadım. Ben içim kararıyor diye Dostoyevski okuyamam, siz neden bahsediyorsunuz? Ama İsmail reis başka!

Bir gün söyleşisi ve akabinde imza günü olduğunu duydum, arada derede gittim. Kitabı imzalatırken ona da söyledim, valla ben televizyon izleyemiyorum, o programlardaki o tiplere iyi dayanıyor. Neyse kitap diyordum. Sözde Terörist'i okumak istiyordum ama bir yandan da yapamayacağımı düşünüyordum. Sonra bir cesaret başladım. 

Sözde Terörist terör suçunun nasıl iktidarın hoşuna gitmeyen her şey ve herkes demek olduğunu ve bu durumda hukukun en temel ilkelerinin nasıl da buharlaştığını anlatıyor. Sahte dellillerle, hatta dedil olmadan, hatta hatta ortada iddia bile olmadan insanların yıllarca nasıl tutuklu kaldığını biliyorsunuzdur. Bunun birkaç azılı muhalife veya şanssız bir grup vatandaşa kısmet olduğunu düşünüyorsanız çok yanılıyorsunuz. Sözde Terörist çok iyi düşünülmüş şekilde terör suçunun memleketteki tarihini ve teorik çerçeveyi anlayan bir bölümle başlıyor. Bu bölümde anlıyorsunuz ki başınıza böyle şeyler gelmiyorsa sizin pek muhalif olmamanız veya şanslı olmanız değil. Kitaba göre iktidar sizi düşman olarak tanımlamamışsa eh biraz daha güvendesiniz. Eğer düşmansanız, mesela Kürt'seniz, mesela solcuysanız, mesela Alevi'yseniz her an gümbürtüye gidebilirsiniz. Misla fotoğrafta gördüğünüz tek bacağı olmayan Salih Şimşek koltuk değnekleriyle hastaneye gitmeye çalışırken BDP'nin eylemi nedeniyle yolun kesilmesiyle hastaneye varamayıp yola oturmuş, engelli olduğu için oturduğu yerden kalkamamış, oturma eylemine katıldığı için de 6 yıl hapis cezası yemiş biri. 

Böyle onlarca örnek var. Etkilendiğim tüm örnekleri anlatsam sıkılırsınız. Ama İsmail Saymaz anlatınca sıkıcı olmuyor. Sözde Terörist'i elime bir aldım… Garip bir zevk alarak okuyup bitirdim. Okuduğum sırada herkese kitaptan bahsettim. Kendimi verebileyim diye yolda belde değil sadece yatmadan önce okudum. Kitap o kadar rezil şeyler anlatıyor ki adığım bu okuma zevkini garip buluyorum.

Kitabın bu kadar kolay ve keyifle okunmasının iki nedeni var. Birincisi kitap kısa bölümler halinde fotoğraflar ve söyleşilerle desteklenmiş şekilde yazılmış. Bazı bölümler kendi içinde bütünlüğünü kaybetse de, mesela çocuklar diye başlayıp yine yetişkinlerin yaşadığı eziyeti anlatarak tamamlansa da , dikkat dağıtmıyor. Sık sık ara başlık kullanılması takibi çok kolaylaştırmış. Kitabın rahat okunmasının ikinci ve en önemli neden de İsmail Saymaz'ın anlatımı. Saymaz kısa, net, akıcı cümlelerle anlatmış. Okurken sıkılmıyor, cümlenin başını sonunu kaçırmıyor, teknik terimler ve bağlaçlar aragsında kaybolmuyorsunuz. Saymaz'ın anlatımında hepsinden çok hoşuma gidense kara mizahı oldu. Tam ayarında, tam yerinde durumun vehametini vurgulayan, ironi dolu; mesela:

Koca Salihli'de ''terörle mücadele'' denince akla, TEM Şubesi'nde görevli Süleyman Aydelik ve Savaş Güler gelmeyecekse kim gelecekti? Değil Salihli, bütün bir Manisa bile, ne o güne kadar ne o günden sonra böylesi ''külyutmaz'' ve ''işinin ehli''polislere şahit olmadı. 
Süleyman ve Savaş'ın ''madalyalık'' mücadelesi, Haziran 2006'nın ilk günlerinde başladı. 8 Haziran 2006'da Asri Mezarlık'ta Ertuğrul Karakaya adlı gencin mezarı başında anma töreni yapılacağını haber almışlardı. Böyle bir ''komünistliğe'' izin vermeyi düşünmüyorlardı. Komünistler Salihli'yi boş mu bulmuşlardı! Kimse yoksa TEM Şubesi'nden Süleyman ve Savaş vardı. Bu bşr vatan göreviydi kuşkusuz… 
Tarih gelip çattığında mezarlığın biraz uzağında saklandılar. Ellerinde kamera vardı ve gizlice çekeceklerdi. Kameralı kaydın yasal izni yoktu. Salihli'de yasa dediğin, Süleyman ve Savaş'tı. … 
Mezarlıktaki anma ise görüntülenememişti.
Fakat ilçede, Seyfullah Öselmiş gibi, yüreği TEM'den Süleyman ve Savaş'la birlikte çarpan bir savcı görevliyken, kayda ihtiyaç yoktu. Bir tutanak yeter de artardı. Savcı Öselmiş, ''kaybettiği oğlunu anan anne ve onun örgütünü'' çökertmeye and içmişti. (sayfa 137-141)
Kitabı okuyup bitirince içime ''aman siyasi olaylara karışmayın evladım'' korkusuna benzer bir korku girdi. Çünkü bir kere t..ör dendi mi bittiniz, artık kuralın kanunun olmadığı bir arenadasınız. Önceden ne kadar bilsem de bir cahil cesareti varmış, cehalet mutlulukmuş. Siz de okuyun sizin de huzurunuz kaçsın. Belki böyle böyle bir gün rahatça istediğimizi düşünüp huzur içinde yaşarız.