14 Mart 2016 Pazartesi

Seyrek Yağmur


Seyrek Yağmur, Barış Bıçakçı'nın son romanı. Bu yılın 8 Ocak'ında piyasaya çıktı. Sanırım ben de iki gün sonra kitap fuarından satın aldım. 

Seyrek Yağmur Rıfat'ın başından ve aklından geçenlerden oluşan bir anlatı. Rıfat hayatın kıyısında duran bir hikayeye dahil olamayan bir kitapçı. Hayatı geçiyor ama sanki o yaşamıyor, seyrek yağmurun damlaları aynı kaba damlamıyor. Biz de bu kitapta o damlaları/anları görüyoruz.

Temadan da anlaşılacağı üzere kitap kısa, bazen birkaç satırlık anlatılardan oluşuyor. Bunlar birbirinden kopuk, tamemen anlamsız olmayan ama bir bütün de meydana getirmeyen parçalar. Roman size Rıfat'ın hayatını seyrek bir yağmura benzetişini, bir hikayesi olmadığı fikrini yaşatarak gösteriyor.

Bıçakçı'nın onu çok seven bir okur kitlesi var ve bu roman da hevesle bekleniyordu. O yüzden şimdiden internet aleminde pek çok yorum bulmanız mümkün. Benim anladığım pek çok okurunun hevesi kursağında kalmış. Tam olarak yaşanan bu. Bu hoşnutsuzluk sadece ikinci bir Bizim Büyük Çaresizliğimiz olmadı diye mi oluştu?

İlla ki bu beklentisi karşılanmadığı için üzülen okuyucular olmuştur ancak ben Seyrek Yağmur'un topallayan başka bir tarafı olduğunu düşünüyorum. Bazı yazılar sanki o finaldeki afilli cümle için girizgah olarak yazılmış. Bazıları parçalar tam anlamlı gelirken yeniden anlaşılmazlığa savrulmuş. Romanın parçalanmış anlatımından değil bu sıkıntım. Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra'yı da okumuş, o parça parça anlatımı, herkesin askıda kalışını, öykünün yavaş yavaş oluşmasını ama tamamlanmayışını sevmiştim. Oysa bu sefer parçalar sanki bir romanda altı çizilmiş satırların derlemesi gibi. Hani bilmediğiniz bir konuda kitabın sadece altı çizili yerlerini okursunuz da bir şey anlamazsınız ama o satırların önemli olduğunu da bilirsiniz ya, öyle. Bu his içinde ne Rıfat'ı anlayabildim, ne neden hayatının bir seyrek yağmura döndüğünü idrak ettim, ne kendimden bir şeyler buldum. Hatta 100 sayfalık kitabı okuyamadım, okumam bir aydan uzun sürdü.

Seyrek Yağmur'u okumayı düşünüyorsanız bir kitapçıya gidin ve rastgele bir sayfasını okuyun. Böyle ortasından okudum, konuyu bilmiyorum, gösterge olmaz diye düşünmeyin. İlginç şekilde tüm kitap boyunca sabit şekilde o tadı alacaksınız kitaptan.

2 Mart 2016 Çarşamba

Birand: Bir Ömür Ardına Bakmadan


Mehmet Ali Birand hep popüler bir gazeteci olmuştur. Ben yaşım nedeniyle belki de neden bu kadar popüler olduğunu anlayamamıştım. Efsanevi 32. Gün günlerini bilmiyorum, o zamanlar neden bahsedildiğinden anlamayacak kadar küçüktüm. CNN Türk ve Kanal D'deki anchorman'lik performansı ise beni etkilemedi. Bu yüzden de Birand'ı biyografisi okunması gereken mühim bir isim olarak görmedim.Yine de Can Dündar'ın kaleme aldığı Birand: Bir Ömür, Ardına Bakmadan isimli Birand biyografisini okudum ve fikrim değişmedi. Yalnız bu kitapla Birand'ın neden bu kadar popüler olduğunu anladım.

Can Dündar şu sıralar çok daha önemli başka gazetecilik faaliyetleriyle gündemde olsa da belgeselleri ve biyografik çalışmalarıyla ünlü bir isim. Aynı zamanda Birand'ın öğrencisi ve iş arkadaşı. Kitap boyunca Birand'ın şanslı ve şanssız anlarına şahit oluyorsunuz. Bence Can Dündar gibi bir ismin biyografisini yazabilmiş olması Birand'ın şanslı anlarından. Çünkü Dündar son derece güzel iş çıkarmış.    Öncelikle kitap çok akıcı. Bir seferde hiç yorulmadan 70-80 sayfa okuyabiliyorsunuz. Dündar belki de metin yazarlığının getirdiği yetenekle konuşur gibi kısa cümleler kullanmış. Paragrafları 4-5 cümleden oluşuyor. Bu sırada da okuduğunuz kesinlikle yavan bir metin değil. Güzel benzetmeler, yerli yerinde kullanılmış deyimler ve güçlü ifadelerle dolu. 


Dündar'ın anlatımında beğendiğim başka bir nokta da çok yakın olduğu halde Birand'a objektif yaklaşmaya çalışması oldu. Pek çok yazar özellikle konusu olan kişiyle tanışıyorsa, o biyografi için tanışmış bile olsa o kişiyi yerli yersiz övmekten geri duramıyor (Örnek: Güral'ın Tornası). Dündar ise Birand'ın kötü bir aile babası olduğunu kıvırmaya çalışmadan söylüyor, bazen gazetecilikle ilgili tercihlerini eleştiriyor, yöneticilikteki başarısızlığının üstünü kapatmaya çalışmıyor.

Birand'ın hayat öyküsüne dönersek; yer yer etkileyici bulsam da genel olarak çok çarpıcı bulmadım. Yukarıda bahsettiğim gibi kitap Birand'ın neden popüler olduğunu anlamamı sağladı; 1960 darbesi,  Kürt meselesi, AB ile ilişkiler gibi daha önce diğer gazetecilerce çokça işlenmemiş konuları işlemesi, dünyada hangi lider ve önemli kişi varsa hepsiyle röportaj yapmış olması Birand'ı bu kadar popüler kılmış çünkü gündemi takip eden değil belirleyen işler çıkarmış. Aynı zamanda kitabın dönemi anlatması ve gazetecilik gibi bilmediğim bir dünyanın detaylarından bahsetmesini de ilgi çekici buldum. 

Özetle, Birand: Bir Ömür, Ardına Bakmadan'ın konusu ilginizi çekerse anlatımdan yana şüpheniz olmasın alıp zevkle okuyun.