tag:blogger.com,1999:blog-69552027298288502612024-03-14T14:25:23.326+03:00Kitap NotlarıKitaplar hakkında birtakım atıp tutmalar...BAhttp://www.blogger.com/profile/13539433863275164575noreply@blogger.comBlogger168125tag:blogger.com,1999:blog-6955202729828850261.post-75694226555139835322017-02-03T10:26:00.002+03:002017-02-03T10:26:55.269+03:00Valhalla'nın Yükselişi<div style="text-align: justify;">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhAnOnGnsXsPSfsg1WojcvzeO4rdnxgJVN2m33h0emXIJG-2ta62sxmIkISflt4q4UutKzENXPLIjz9fknIhL9CdW0Rj0TZd5uW4lBx1RSTgjYcOnDClMAT6D_0t4E4_cTKIpC1VEjKfMI/s1600/valhalla.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhAnOnGnsXsPSfsg1WojcvzeO4rdnxgJVN2m33h0emXIJG-2ta62sxmIkISflt4q4UutKzENXPLIjz9fknIhL9CdW0Rj0TZd5uW4lBx1RSTgjYcOnDClMAT6D_0t4E4_cTKIpC1VEjKfMI/s400/valhalla.jpg" width="258" /></a></div>
Aylardır kitap okuyamıyorum. Çünkü bir kitabı yarım bırakmakta çok zorlanıyorum ve bırakamadıkça da başka hiçbir şey okuyamıyorum. işte böyle bir dönem daha yaşandı, bitti; sebebi <b>Valhalla'nın Yükselişi</b>.<br />
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu macera romanının yazarı<b> Clive Cussler. Cussler</b> deniz altı bilimcisi <i>Dirk Pitt</i>'e hayat vermiş ve onun başrolünde olduğu yüz roman yazmış. Romanlarında bütün güzel huyları, güzel dostları, güzel kadınları, güzel özellikleri <i>Dirk</i>'e uygun görmüş. Yetmemiş oğlunun adını <i>Dirk</i> koymuş. Tam bir Yeşilçam'daki Ferit vakası yani. Zaten bu kadar gerçek dışı, sinir bozucu derecede harika bir insan olamaz. Ufak kusurları bile ya sevimli ya seksi.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Diyaloglar da aynı derecede yüzeysel. Düşünün; on binlerce kişi ölmek üzere, siz haftalardır olmadık badireler atlatmışsınız, şimdi de çok acayip bir operasyona kalkışmak üzere bir denizaltıdasınız, ortalık can pazarı, teknenin sahibiyle aranızda şöyle bir diyalog geçiyor (aklımda kaldığı kadarıyla aktarıyorum):</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<i>- Kaptan denizaltınızın tahliye teknesi var mı?</i><br />
<i>- Elbette Dirk, bilmemne uluslararası denizcilik sözleşmesi gereği bilmem kaç metre boyundaki tüm ticari deniz taşıtlarının en az 2 tahliye teknesi olması gerekir. Bizim ise tam dört tane var.</i></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Olmaz olsun böyle dava dilekçesi gibi cevap! Bir değil, beş değil hep böyle. Bir de üstüne sonsuz sayıda denizcilik terimi ve teknik detay ekleyin. Oy ben neyleyim!<br />
<br />
Aslında bu kadar sert bir eleştiri yazmaz, kendine uygun kitap okumazsan olacağı budur diyip geçerdim ama romanın sonunda Dirk'ün kaybettikten on yıllar sonra bile rüyasına giren sevgilisinin o vakitler ölmediğini, hatta kendisinden 2 çocuk sahibi olduğunu ama sakat kaldığı için ben ölmedim demeyişini bir gece kapısına gelen çocukların öğrendiği sahne... Dirk'ün o ben de hiç çocuğum olmayacak diye kokrkuyordum, neyse ki varmış, hem de iki tane, hem de hazır büyütülmüş tepkisi... </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Valhalla'nın Yükselişi bu serinin sona yakın romanlarından biri. İlk romanları okumadım, belki daha özenilmiş olay örgüleri, daha sağlam diyalogları vardır bilemiyorum. 16 yaşında bir erkek çocuğu olsaydım ders sırasında sıranın altına saklayarak okuyacağım <b>Valhalla'nın Yükselişi</b> bana bu yaşımda ızdırap oldu.</div>
BAhttp://www.blogger.com/profile/13539433863275164575noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6955202729828850261.post-8366012591114212702016-10-24T16:29:00.000+03:002016-10-24T16:29:02.256+03:00Ömrüne Sığmayan Adam: Aziz Nesin 100 Yaşında (Sergi)<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjUXxc48Jgcyp7914_pDrTUUaTDwDL8751l1fEw0gv5yeVV592ZRmMsr-VpMQPRPVbxbFp33JG69YGeRiVLcDN8L4oMXx05sNmQn59hP4YPOSEIhWARUrCbjTPDFB6ggFhnisl5faso5MU/s1600/AzizNesin.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjUXxc48Jgcyp7914_pDrTUUaTDwDL8751l1fEw0gv5yeVV592ZRmMsr-VpMQPRPVbxbFp33JG69YGeRiVLcDN8L4oMXx05sNmQn59hP4YPOSEIhWARUrCbjTPDFB6ggFhnisl5faso5MU/s400/AzizNesin.jpg" width="278" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
Hafta sonları Çankaya Belediyesi'nin kültür merkezine uğramayı adet edindim. Çok hoş sergiler, etkinlikler oluyor ve hepsi de ücretsiz. Mesela fotoğrafçı bir Ermeni'nin 1. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı topraklarında yaşadıklarını anlatan bir sergi vardı, çok etkilenmiştim. Neyse konuyu dağıtıyorum. Çoğu zaman denk geldiği gibi uğrayıp ne varsa ona katılıyorum ama bu sefer birkaç aydır başlasa da gitsem dediğim bir sergi vardı: <a href="http://csm.cankaya.bel.tr/event/9/Omrune-Sigmayan-Adam--Aziz-Nesin-100-Yasinda">Ömrüne Sığmayan Adam Aziz Nesin 100 Yaşında</a>.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
Sergi Aziz Nesin'in anlatımıyla, fotoğraflarla, videolarla, Nusret Mehmet'ten Aziz Nesin Vakfı'nın bugününe uzanan bir hikaye anlatıyor. Bu hayat hikayesi Nesin'in olduğu kadar Türkiye'nin bir türlü olduramadığı demokrasisinin de hikayesi.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgXkaGKz4yJqUP2k-mwap5KMzd_71zAVz1qbeugYRm8uVMnGZtMVkHTm3HDB377ihhp6ahSJO42kzALK3zodlw3snnom4IOdNQgVevHP0JFdY1kIc-a5rU6MRDodYpH5QlwCW5ITm-liag/s1600/IMG_3555.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgXkaGKz4yJqUP2k-mwap5KMzd_71zAVz1qbeugYRm8uVMnGZtMVkHTm3HDB377ihhp6ahSJO42kzALK3zodlw3snnom4IOdNQgVevHP0JFdY1kIc-a5rU6MRDodYpH5QlwCW5ITm-liag/s400/IMG_3555.jpg" width="335" /></a></div>
<br />
<div style="text-align: justify;">
Bu sergiyle sadece Aziz Nesin'in hayat hikayesine dair değil edebiyatına dair de çok şey öğrendim. Zaten metinlerin Nesin'in kaleminden çıkmış olması sergiye edebi bir tat katmıştı. Panoların görselliği, fotoğrafların zenginliği de güzeldi. En çok etkilendiğim kısım ise Madımak Katliamı fotoğraflarında Nesin'in üzerinde görünen turuncu-lacivert çizgili "t-gömlek" olabilir.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhINVMqV1UsgPsvaMYLyic_a8mzN2To-38zSf-JLWk3ZpbaCnzSoglcO0nXva-lVFyAjYHICLF3BmurvOHUaczgkPZim6s0dBN_G963VrD2gbCpUEF3c4o9WWFc5WuuvYJxtG4Zr49iuFk/s1600/sergi.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="298" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhINVMqV1UsgPsvaMYLyic_a8mzN2To-38zSf-JLWk3ZpbaCnzSoglcO0nXva-lVFyAjYHICLF3BmurvOHUaczgkPZim6s0dBN_G963VrD2gbCpUEF3c4o9WWFc5WuuvYJxtG4Zr49iuFk/s400/sergi.jpg" width="400" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Sergiye burada yazı yazmak maksadıyla gitmemiştim (sergiyi beğenince yazayım dedim), çok fotoğrafını da çekmedim. Aslında çekmediğim de iyi olmuş, 'spoiler' olmasın, siz de gidip gezin. Zaten çok az kaldı, sergi 8 Kasım'a kadar açık.</div>
BAhttp://www.blogger.com/profile/13539433863275164575noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-6955202729828850261.post-46146451605477914962016-09-05T21:14:00.002+03:002016-09-05T21:14:14.973+03:00Küçük Şeylerin Tanrısı<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjBLZ3f8zpr4z2IwSo2GCt6XNAXH8iEaJoAMmRK-Bl1239vV8OyGzT1YXyFV4TseKX8WOeL_zs14dxFlqP_Isz-JzBQ2C7qWscLywezt4Vp0f03pMVIvAHGpDFlsA6nTmjbAbT8HCaSI9Y/s1600/ku%25CC%2588c%25CC%25A7u%25CC%2588k+s%25CC%25A7eylerin+tanr%25C4%25B1s%25C4%25B1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjBLZ3f8zpr4z2IwSo2GCt6XNAXH8iEaJoAMmRK-Bl1239vV8OyGzT1YXyFV4TseKX8WOeL_zs14dxFlqP_Isz-JzBQ2C7qWscLywezt4Vp0f03pMVIvAHGpDFlsA6nTmjbAbT8HCaSI9Y/s400/ku%25CC%2588c%25CC%25A7u%25CC%2588k+s%25CC%25A7eylerin+tanr%25C4%25B1s%25C4%25B1.jpg" width="400" /></a></div>
<br />
<div style="text-align: justify;">
Bazı kitaplar vardır adını, yazarının adını hep duyarsınız. <b>Küçük Şeylerin Tanrısı</b> ve <b>Arundhati Roy</b> da benim için öyleydi. Hele Roy, Mahatma Gandhi'nin kastçı, sınıfçı olduğunu söyleyip dünyayı ayağa kaldırınca yazar ve en meşhur kitabı iyice aklıma yerleşti. Kitabın 1997 yılında Man Booker Ödülü'ne layık görüldüğü dışında da bir şey bilmeden kitabı edindim. Yazın en sıcak günlerinde ne okusam diye kitaplığımı karıştırırken kitabın arka kapağındaki yasak aşk ifadesi gözüme takıldı. Egzotik bir aşk hikayesi okumak ümidiyle okumaya başladım.</div>
<br />
<div style="text-align: justify;">
Allah için egzotik bir kitap. Oryantalist mi bilmem ama buram buram Hindistan kokuyor. Nemini, sıcağını, böceklerini, olgun meyvelerini, kalabalığını ve diğer şeyleri teninizde hissediyorsunuz. <b>Roy</b>'un çok güçlü bir anlatımı var. Mesela bende <b>Roy</b>'un yeteneği olsaydı ''çok güçlü'' gibi sıkıcı bir tamlama kullanmadan daha çarpıcı şekilde ifade ederdim bunu. Mesela polisin düdük sesini ''çeliktizi'' diye tarif eder, detaylardaki başarımın bir örneği olarak otobüsteki metal tutacakların elde bıraktığı ekşi kokudan bahsederdim. </div>
<div style="text-align: justify;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Roy</b>'un edebi dilinin lezzetini almamda <i>İlknur Özdemir</i>'in payı çok büyük. Çeviri, tek meziyeti İngilizce bilmek olmayan, gerçek bir edebiyatçının elinden çıkmış. Virginia Woolf'un <a href="http://kitapnot.blogspot.ae/2012/09/feminist-edebiyat.html">Kendine Ait Bir Oda</a>'sını da özellikle <i>İlknur Özdemir</i>'in çevirisinden okumuştum ve ziyadesiyle memnun kalmıştım. Genel bir kural olarak herhangi bir kitabın birkaç çevirisi varsa <i>Özdemir</i>'inkinin okunması gerektiğini düşünüyorum artık.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Diğer taraftan kitabı bir ayda zar zor okudum. Kitabın 80. sayfasına geldiğimde kitabın başkahramanı olan ikizlerin sandığımın aksine ayni cinsiyetten olmadıklarını anladım. Üstelik o dakikaya kadar kadın mı erkek mi olduklarını anlamamıştım, anlamadığımı da fark etmemiştim. 120 sayfaya geldiğimde ise hala olaylar başlamıştı. Roman detaylar, gözlemler ve daha fazla detaylar denizi olarak devam ediyordu. Tasvir içinde kalmıştım. Geriye dönüşlerden başım dönmüştü. Roy'un edebi dili de olmasa çekilmezdi. Son 100 sayfada nihayet olay şekillenmişti, o noktada kitabı benim için bambaşka bir şey yapacak şok bir son kurtarabilirdi. Yalnız her şeyi tahmin etmek çok kolay oldu, yazar da saklamaya çalışmamıştı, sürpriz son olmadı.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Küçük Şeylerin Tanrısı</b>'nı okuduğuma memnun oldum ama kolay veya sürüyleyici veya dili dışında etkileyici değildi. Seveni de çok aslında, belki siz de seversiniz.</div>
<br />BAhttp://www.blogger.com/profile/13539433863275164575noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-6955202729828850261.post-18883554962671432972016-08-09T21:57:00.001+03:002016-08-09T21:57:21.908+03:00The Time of the Doves (Güvercinler Gittiğinde)<div style="text-align: justify;">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiL_1_AP6WfMrIinLpyCag3mwMNsgYQ5datsK3fi3hkiIJ0wXqfzUVl6SQJ61e5Rzi-4I7NFSUsnqm5_xQK0DJfcUUj6boXaHLLmrVzCMfYQCn-uXDmFTzs9i3s569XmSKigl4hN2umgTs/s1600/doves-dusk-fly-light-lights-sky-Favim.com-41181.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="265" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiL_1_AP6WfMrIinLpyCag3mwMNsgYQ5datsK3fi3hkiIJ0wXqfzUVl6SQJ61e5Rzi-4I7NFSUsnqm5_xQK0DJfcUUj6boXaHLLmrVzCMfYQCn-uXDmFTzs9i3s569XmSKigl4hN2umgTs/s400/doves-dusk-fly-light-lights-sky-Favim.com-41181.jpg" width="400" /></a></div>
<br />
Geçen sene bu sıralar okuduğum ama hem Türkçe tercümesi olmadığından hem de Türkiye'de satılmadığından yazmadığım kitaplar oldu. Oysa kitapları da sevmiştim. Aylar geçip de kitapların bende tortu bıraktığını fark edince yazmaya giriştim. <b>The Time of the Doves</b>'un artık Türkçeye çevrilmiş olduğunu da görünce bir an önce bu yazıyı yayınlamam şart oldu.</div>
<div style="text-align: justify;">
<b><br /></b>
<b>The Time of the Doves</b>, <i>The Pegean Girl</i> ve <i>In Diamond Square</i> isimleriyle de Katalancadan İngilizceye çevrilmiş, sürgün Katalan yazar <b>Merce Rodoreda</b>'nın romanı. Asıl adı <i>La plaça del Diamant</i>. Yazarın en iyi eser, Katalan edebiyatının en önemli örneklerinden biri sayılıyormuş. İspanya İç Savaşı öncesi ve sonrasını kapsayan dönemde Barselona'da geçiyor. Kahramanımız Natalia içine kapanık, naif, kendi halinde bir kız. Roman bu genç kızın Quimet adında kıymeti kendinden menkul, egosu yüksek, zora da gelemeyen, bence esasen sevmeyi de bilmeyen bir adamla tanışmasıyla başlıyor. Sonra başka heyecanlar, annelik, fakirlik, savaş, güvercinler, çaresizlik, mücadele... Romanın sonunda kendi küçük dünyasına yaşayan özgüvensiz kızdan hayata karşı kendi duruşunu oluşturmuş, çevresini algılayan olgun bir kadına dönüşüyor Natalia.<br />
<br />
Bilinçakış tekniğinin kullanıldığı romanlar hep gözümü korkutmuştur. <b>The Time of the Doves</b> çekincelerimi boşa çıkardı. Edebiyatından çok hoşlandım. Garip şekilde sürükleyiciydi, okumak rahattı.<br />
<br />
Kitabı okuma nedenlerimden biri de Barselona hakkında bir şeyler öğrenmek, bir duygu yakalamaktı. Kendi dünyasında yaşayan Natalia'dan Barselona, dönem, yaşantı veya hakim düşünceler hakkında pek bir şey öğrenmek mümkün olmadı. Yine de Katalan hayatı ve kültürü hakkında detaylar vardı.<br />
<br />
Bu romanı okumaya karar verdiğimde Türkçeye çevrilmemiş olduğunu görmüştüm, okuduktan sonra da neden çevrilmemiş ki diye hayıflanmıştım. Bundan 1 yıl sonra Alef Kitap'ın romanı <i>Güvercinler Gittiğinde</i> adıyla çevirdiğini fark ettim. Çevirisi nasıl olmuştur bilmiyorum ama kitabın kendisi gayet okunası bilin isterim.</div>
BAhttp://www.blogger.com/profile/13539433863275164575noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-6955202729828850261.post-65823833468870362082016-07-28T17:42:00.001+03:002016-07-28T17:42:30.176+03:00Ölümüne Adalet<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg6KhZrTg8yqN2G0R1QCy6BuA3p-tjih2TxCF2V76EO4162CP2wbOiraSe7_LRttIpY5XNXnIttA_qMQNITohvzGGlMapmOj-HuzBGceeArJG4U0r4bVAuMrZL8YIjmFMKp_QXCnZrwVto/s1600/oLuMuNE-ADALET_131329_1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg6KhZrTg8yqN2G0R1QCy6BuA3p-tjih2TxCF2V76EO4162CP2wbOiraSe7_LRttIpY5XNXnIttA_qMQNITohvzGGlMapmOj-HuzBGceeArJG4U0r4bVAuMrZL8YIjmFMKp_QXCnZrwVto/s320/oLuMuNE-ADALET_131329_1.jpg" width="224" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
En sevdiği dizi House of Cards olanlar el kaldırsın! Favori dizim House, M. D. olabilir ama House of Cards dahil siyasi gelirimin, entrikanın pek çok halini severim. <b>David Ellis</b>'in yazıdğı <b>Ölümüne Adalet</b> isimli roman da siyasi gelirim ve yolsuzluk temasına sahip. Good Reads'te aldığı 5 üzerinden 4'e yakın puan ve <b>Ellis</b>'in <i>Edgar Ödülü</i> sahibi olması kitabın görüş alanıma girmesini sağladı. Biraz araştırınca <b>David Ellis</b>'in bir savcı olduğunu ve romanında anlattığı gibi bir valinin hüküm giymesini sağladığını gördüm. Elbette hemen okuma listeme ekledim.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Ölümüne Adalet</b>, Senatör Almundo'yu bir yolsuzluk davasında savunan ve başarılı da olan kahramanımız <i>Jason Kolarich</i>'in davada tanık olmaya zorladığı adamın vurulmasıyla başlıyor. Katili bulmak için kolları sıvadığında kendini daha da büyük bir projenin içinde buluyor; şebekenin içine sızıp savcılık için dinleme cihazı taşımak gibi büyük bir proje hem de. Romanın orijinal adı <i>Breach of Trust</i> yani köstebeklik yapmayı anlatan bir kitap için son derece uygun. <b>Ölümüne Adalet</b> de <i>Kolarich</i>'in adalet ve gerçek peşinde canını tehlikeye atması ve yolsuzluk şebekesinin kendisini rahatsız edenleri öldürmesi karşısında manasız değil. Ama orijinal isme göre çak daha gerilimli, kanlı, aksiyonlu bir çağrışımı var. O yüzden güzel tercih diye düşünülebilir. Bence değil. Çünkü gerçekçi olmayan bir algı yaratıyor. <b>Ölümüne Adalet</b> deyince ateşlenen tabancalar, patlayan arabalar akla geliyor. Fakat kitapta iki sahne dışında elle tutulur aksiyon yok. Gerilim ise aksiyon eksikliğini örtecek kadar yüksek değil.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Ellis'in gerçek hayatta da benzer şeylerle uğraşmış olması romana güzel bir gerçekçilik katmış. Roman birinci tekil kişinin ağzından anlatılıyor. Esprili bir dili var. Biraz da bunun etkisiyle Jason kolay empati kurulacak, sevilebilecek bir karakter. Cesareti, dürüstlüğü, uzun boyu da cabası. Siyasi yolsuzluk ise en azından benim ilgimi çeken bir konu.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Kitabın çevirisi fena değil. Yalnız kitabın sonlarına doğru imla hataları yoğun şekilde görünmeye başlıyor. Sanki güzel güzel çevrilmeye veya kontrol edilmeye başlanmış da sonlara doğru bu iş yetişmeyecek denip acele edilmiş.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Avukatların pis işlere bulaştığı macera/polisiye/gerilim kitapları seviyorsanız size <a href="http://kitapnot.blogspot.com.tr/2015/09/belal-avukatlar.html">Belalı Avukatlar</a> başlı yazımda anlattığım <i>The 500 (500)</i> ve <i>The Firm (Şirket)</i> romanlarını tavsiye ederim. Maalesef <b>Ölümüne Adalet</b> üçü arasında rahatlıkla sonuncu gelir.</div>
BAhttp://www.blogger.com/profile/13539433863275164575noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6955202729828850261.post-44471957398159060762016-06-14T23:07:00.002+03:002016-06-14T23:10:40.242+03:00The Secret Life of Bletchley Park<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgB6cVQ4fZgKIR4u5FlzS9GY5V3Yk9KnF3B9s9q1xHO_BJqY8h-fK_7gj6z-gMk5_6KL8HVsnT3sLyflVXiLQhwJfcTrzNXFN6kaKAuFV4C23M4crzIfYHOvE6wgUKErcDPoEtZVhX08gs/s1600/BPark.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="325" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgB6cVQ4fZgKIR4u5FlzS9GY5V3Yk9KnF3B9s9q1xHO_BJqY8h-fK_7gj6z-gMk5_6KL8HVsnT3sLyflVXiLQhwJfcTrzNXFN6kaKAuFV4C23M4crzIfYHOvE6wgUKErcDPoEtZVhX08gs/s400/BPark.jpg" width="400" /></a></div>
<br />
<div style="text-align: justify;">
Bir pazar sabahı miskince oturmuş çayın demlenmesini ve ekmek almak için dışarı çıkan kahraman kişinin dönmesini bekliyordum. Hafta içi manasız yere (bkz. ders çalışmak yerine yapılan saçma hareketler) 2016 yılında oturup 2014 Oscar Töreni'ni izlemiştim. Oradan aklımda kalan filmleri Youtube'a yazmaya başladım. Bir baktım ki <i>The Imitation Game</i>'in ''full hd'' karşımda. Gerçek hikayelere bayıldığım için İngiltere'nin II. Dünya Savaşı sırasında Enigma başta olmak üzere düşman kriptolarını kırmak için oluşturulmuş merkezi <b><i>Bletchley Park</i></b>'ta Alan Turing'in yaptıklarını ve eşcinselliğinin ortaya çıkışıyla başına gelenleri anlatan bu filmi de izlemeye başladım.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Film bitince fark ettim ki <i><b>Bletchley Park</b></i>'ı anlatan bir kitap almış neredeyse bir yıl önce. Filmi zevkle izlesem de bazı gerçekçi olmayan noktalar dikkatimi çekmişti. Ardından izlediğim yorumlar da filmin olayı çarpıttığını söylüyordu. Ben de Alman ve Japonların kriptolu mesajları nasıl çözüldü, düşünen makinelerin temeli nasıl atıldı, ortam nasıldı gibi soruların cevabını bulmak için <b>Sinclair McKay</b>'in <b>The Secret Life of Bletchley Park</b> adlı kitabını okumaya başladım.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Kitap 24 kısa bölümden oluşuyor. Bazı bölümler <b><i>Bletchley Park</i></b>'ın nasıl kurulduğu, ilk çalışanların nasıl seçildiği ile ilgili. Sonraki bölümler hem biraz kronolojik gelişmeleri anlatıyor hem de <b><i>Bletchley Park</i></b>'taki sosyal ve kültürel hayat, Bletchley Park'ın savaşa etkisi, İngiliz şifre çözücülerin müttefiklere bakış açısı gibi konulara değiniyor. Son bölümler ise savaşın bitişi, Bletchley Park çalışanlarının barış zamanı hayatlarına geçişi ve Bletchley Park'ın geride bıraktığı miras meselelerini ele alıyor. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
McKay kitabı yazarken sık sık eski Park çalışanlarının ifadelerine başvuruyor. Anlatım çoğu zaman ''Gazi X o günleri şöyle anlatıyor. Şimdi de Lady Y ise bakın ne diyor...'' şeklinde devam ediyor. Kitapta şifre çözümüne veya üretilen teknolojiye dair en ufak teknik bilgi verilmiyor. Sanki yazar o işi hiç anlamamış, anlamaya da hiç zahmet edememiş gibi söz o noktaya geldiğinde ''son derece zor şifreler'', ''karmaşık hesaplamalar ve titiz çalışma'' gibi genel geçer sözlerle konuyu geçiştiriyor. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Ayrıca sık sık <i><b>Bletchley Park</b></i>'ın Alman Enigması'nı çözmesinin II. Dünya Savaşı'nı 2 yıl kısalttığı söylense de pek başka bir değerlendirme yapılmıyor. Mesela diğer ülkeler şifre kırma konusunda ne gibi çalışmalar yapıyordu, <i><b>Bletchley Park </b></i>onlara kıyasla ne açılardan üstündü gibi konulardan hiç bahsedilmiyor. Genelde anektotlara dayanan kitap <b><i>Bletchley Park</i></b>'ın magazini gibi de diyebiliriz.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Kitabın analitik bir yapısı olmaması bölümler içinde konuların bazen dağılmasına bazen de kitap boyunca aynı şeylerin tekrar tekrar anlatılmasına neden olmuş. Dili kolay anlaşılır olsa da bu nedenle ve kitapta beklediklerimi bulamamanın da etkisiyle kitabı okumakta çok zorlandım. 322 sayfalık kitabı 2 ayda bitirebildim.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Özetle <b>Sinclair McKay</b>'in <b>The Secret Life of Bletchley Park'</b>ı çok ilginç bir konuyu işliyor, enteresan estantaneler sunuyor. Yalnız kitabın zaman zaman tekrara düşmesi, teknik ve tarihi analizden yoksun oluşu, bu açıdan Bletchley Park magazininden öteye gidememesi hayal kırıklığı yaratıyor.</div>
BAhttp://www.blogger.com/profile/13539433863275164575noreply@blogger.com6tag:blogger.com,1999:blog-6955202729828850261.post-74177739836145196462016-05-09T22:41:00.003+03:002016-05-09T22:41:08.896+03:00Bir Psikiyatristin Gizli Defteri<div style="text-align: justify;">
<b><br /></b></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgiDqy7IVu08ku2PsmluIwac1m_8fVl_eTEcMpL1zBJAMTeSR6Pz5N6FBtUVcI2gFewkQwSzaiVGwtk_nKSCeEFF-9tG7hPaBCDHjQMjB2UQdRrqJQn2LrWaioA3Pc2lWxea52QYC9feog/s1600/bir+psikiyatristin.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="335" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgiDqy7IVu08ku2PsmluIwac1m_8fVl_eTEcMpL1zBJAMTeSR6Pz5N6FBtUVcI2gFewkQwSzaiVGwtk_nKSCeEFF-9tG7hPaBCDHjQMjB2UQdRrqJQn2LrWaioA3Pc2lWxea52QYC9feog/s400/bir+psikiyatristin.jpg" width="400" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Gary Small</b> özellikle yaşlanma üzerine çalışan, araştırmacı bir psikiyatrist. Eşi <b>Gigi Vorgan</b> ise senaryo yazarlığı ile uğraşıyor. Bu ikilinin tecrübesi ise <b>Bir Psikiyatristin Gizli Defteri</b>'nde toplanmış. Kitap 15 kısa hikayeden yani vakadan oluşuyor. Her bir bölümde bir hasta <b>Dr. Small</b>'un karşısına çıkıyor, ilginç vakaya tehşis konuyor ve bölüm çıkarılacak ders veya akılda kalması istenen bilginin tekrarlanmasıyla son buluyor.<br />
<br />
Vakaların bazıları çok ilginçken bazılarını ilk paragraftan tahmin edebiliyorsunuz. [spoiler] Örneğin kolunu kesmek isteyen adam veya evden çıkmaya korkan adam çok ilginç vakalardı. Sosyopat koca ise daha tanıdıktı. Hatta o kadar tanıdıktı ki bir arkadaşımın eski erkek arkadaşının sosyopat olduğuna karar verdim. Zaten bir sıkıntı olduğunu ilk günden hissetmiştim![spoiler]</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Kitabın hoş bir özelliği, her bir vakada <b>Dr. Small</b>'un doktorluk kariyerinin farklı bir aşamasını görmemiz. bu açıdan kitap sadece psikiyatrik vakalar kadar bir psikiyatristin duygu ve düşünceleri ile başından geçenleri de (mesela kıdemlileri alttan alma, üniversitede bir pozisyon bulma veya araştırmasına destek arama) anlatıyor.<br />
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhGOFMekvFL9ai_d2H0aFNCGybNQk4tG_VDcMlYaTWfIJJHLdcLb1Ul6MGoJHBe8m6qm30ukIpFi62-dyyTKJfXBoidjC60XxN6Ooo4jhpl-8ZIfMIxF1VnGwbsHvwraHRbUSmN_VtfK68/s1600/IMG_1139-Edit-2.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="340" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhGOFMekvFL9ai_d2H0aFNCGybNQk4tG_VDcMlYaTWfIJJHLdcLb1Ul6MGoJHBe8m6qm30ukIpFi62-dyyTKJfXBoidjC60XxN6Ooo4jhpl-8ZIfMIxF1VnGwbsHvwraHRbUSmN_VtfK68/s400/IMG_1139-Edit-2.jpg" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Dr. Gary Small ve Gigi Vorgan<br />Kaynak: http://www.drgarysmall.com/gary-and-gigi/</td></tr>
</tbody></table>
</div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Bir Psikiyatristin Gizli Defteri</b>'nin amacı insanın zihninin de rahatsızlanabileceğini, bunun doğal ve çözülebilir bir sorun olduğunu, asla utanılmaması gerektiğini anlatmak. Yani kitap bir farkındalık yaratma, psikiyatri konusunda bir genel kültür yaratma projesi. Bu açıdan psikiyatri hakkında geniş kapsamlı ve detaylı bilgiler almayı ya da sorunlara çözüm önerileri bulmayı umuyorsanız, bu kitap size göre değil.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Kitabın çok sade ve akıcı bir dili var. Yorgunken, zihniniz doluyken veya ağır bir şeyler okumak istemediğinizde okuyabileceğiniz bir kitap. Belki çok heyecanlı ve sürükleyici değil ama kolay okunduğu için de çabucak bitireceğinizi tahmin ediyorum.<br />
<br />
Bence bu kitap mutlaka okunması gereken bir kitap değil ancak ne çok boş beleş bir şey okumak ne de kendinizi yormak istediğimizde tercih edebileceğiniz bir kitap. Kolay okunması ve aklınızda iki satır da olsa bilgine bir şey katabilecek olması da artıları.</div>
BAhttp://www.blogger.com/profile/13539433863275164575noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-6955202729828850261.post-13644096190690015462016-03-14T21:06:00.001+02:002016-05-09T22:47:46.289+03:00Seyrek Yağmur<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg9SJ5lAJrYt0C0pbh7d_fS4YXPEqfPXzXy5Jn2qLNrnAY_ucNupUQCov7PF94BAR5dBPJE-C3sK9RME6JcKlhyAkQzLhGOEsAEIdXQYHTd8gMVxoFcBb25J-kRbXNfjlwyJUmn4z3NkTE/s1600/seyrek+yag%25CC%2586mur.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="297" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg9SJ5lAJrYt0C0pbh7d_fS4YXPEqfPXzXy5Jn2qLNrnAY_ucNupUQCov7PF94BAR5dBPJE-C3sK9RME6JcKlhyAkQzLhGOEsAEIdXQYHTd8gMVxoFcBb25J-kRbXNfjlwyJUmn4z3NkTE/s400/seyrek+yag%25CC%2586mur.jpg" width="400" /></a></div>
<br />
<div style="text-align: justify;">
<b>Seyrek Yağmur</b>, <b>Barış Bıçakçı</b>'nın son romanı. Bu yılın 8 Ocak'ında piyasaya çıktı. Sanırım ben de iki gün sonra kitap fuarından satın aldım. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Seyrek Yağmur</b> Rıfat'ın başından ve aklından geçenlerden oluşan bir anlatı. Rıfat hayatın kıyısında duran bir hikayeye dahil olamayan bir kitapçı. Hayatı geçiyor ama sanki o yaşamıyor, seyrek yağmurun damlaları aynı kaba damlamıyor. Biz de bu kitapta o damlaları/anları görüyoruz.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Temadan da anlaşılacağı üzere kitap kısa, bazen birkaç satırlık anlatılardan oluşuyor. Bunlar birbirinden kopuk, tamemen anlamsız olmayan ama bir bütün de meydana getirmeyen parçalar. Roman size Rıfat'ın hayatını seyrek bir yağmura benzetişini, bir hikayesi olmadığı fikrini yaşatarak gösteriyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Bıçakçı</b>'nın onu çok seven bir okur kitlesi var ve bu roman da hevesle bekleniyordu. O yüzden şimdiden internet aleminde pek çok yorum bulmanız mümkün. Benim anladığım pek çok okurunun hevesi kursağında kalmış. Tam olarak yaşanan bu. Bu hoşnutsuzluk sadece ikinci bir <i><a href="http://kitapnot.blogspot.com.tr/2012/10/bizim-buyuk-caresizligimiz.html">Bizim Büyük Çaresizliğimiz</a></i> olmadı diye mi oluştu?<br />
<br />
İlla ki bu beklentisi karşılanmadığı için üzülen okuyucular olmuştur ancak ben <b>Seyrek Yağmur</b>'un topallayan başka bir tarafı olduğunu düşünüyorum. Bazı yazılar sanki o finaldeki afilli cümle için girizgah olarak yazılmış. Bazıları parçalar tam anlamlı gelirken yeniden anlaşılmazlığa savrulmuş. Romanın parçalanmış anlatımından değil bu sıkıntım. <i>Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra</i>'yı da okumuş, o parça parça anlatımı, herkesin askıda kalışını, öykünün yavaş yavaş oluşmasını ama tamamlanmayışını sevmiştim. Oysa bu sefer parçalar sanki bir romanda altı çizilmiş satırların derlemesi gibi. Hani bilmediğiniz bir konuda kitabın sadece altı çizili yerlerini okursunuz da bir şey anlamazsınız ama o satırların önemli olduğunu da bilirsiniz ya, öyle. Bu his içinde ne Rıfat'ı anlayabildim, ne neden hayatının bir seyrek yağmura döndüğünü idrak ettim, ne kendimden bir şeyler buldum. Hatta 100 sayfalık kitabı okuyamadım, okumam bir aydan uzun sürdü.<br />
<br />
<b>Seyrek Yağmur</b>'u okumayı düşünüyorsanız bir kitapçıya gidin ve rastgele bir sayfasını okuyun. Böyle ortasından okudum, konuyu bilmiyorum, gösterge olmaz diye düşünmeyin. İlginç şekilde tüm kitap boyunca sabit şekilde o tadı alacaksınız kitaptan.</div>
BAhttp://www.blogger.com/profile/13539433863275164575noreply@blogger.com6tag:blogger.com,1999:blog-6955202729828850261.post-31376451317656534712016-03-02T10:00:00.000+02:002016-03-02T20:33:29.409+02:00Birand: Bir Ömür Ardına Bakmadan<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi240mTm4fiNDcw6p1luqp8bAbuW_9srWmXaCWixIfwWHHXZ8IeFPt8hpAWs9sSufpINfmc4Ftk7dVKgMbRCo67WefT0vUk4tKN3EnVKLpDU3lap6-79rKd0VgsuVawCBwfLJ6jqDtoIYE/s1600/0000000420502-1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi240mTm4fiNDcw6p1luqp8bAbuW_9srWmXaCWixIfwWHHXZ8IeFPt8hpAWs9sSufpINfmc4Ftk7dVKgMbRCo67WefT0vUk4tKN3EnVKLpDU3lap6-79rKd0VgsuVawCBwfLJ6jqDtoIYE/s400/0000000420502-1.jpg" width="262" /></a></div>
<br />
<div style="text-align: justify;">
<i>Mehmet Ali Birand</i> hep popüler bir gazeteci olmuştur. Ben yaşım nedeniyle belki de neden bu kadar popüler olduğunu anlayamamıştım. Efsanevi 32. Gün günlerini bilmiyorum, o zamanlar neden bahsedildiğinden anlamayacak kadar küçüktüm. CNN Türk ve Kanal D'deki anchorman'lik performansı ise beni etkilemedi. Bu yüzden de Birand'ı <a href="http://kitapnot.blogspot.com.tr/search/label/biyografi">biyografi</a>si okunması gereken mühim bir isim olarak görmedim.Yine de <b>Can Dündar</b>'ın kaleme aldığı <b>Birand: Bir Ömür, Ardına Bakmadan</b> isimli Birand biyografisini okudum ve fikrim değişmedi. Yalnız bu kitapla Birand'ın neden bu kadar popüler olduğunu anladım.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Can Dündar</b> şu sıralar çok daha önemli başka gazetecilik faaliyetleriyle gündemde olsa da belgeselleri ve biyografik çalışmalarıyla ünlü bir isim. Aynı zamanda Birand'ın öğrencisi ve iş arkadaşı. Kitap boyunca Birand'ın şanslı ve şanssız anlarına şahit oluyorsunuz. Bence <b>Can Dündar</b> gibi bir ismin biyografisini yazabilmiş olması Birand'ın şanslı anlarından. Çünkü <b>Dündar</b> son derece güzel iş çıkarmış. Öncelikle kitap çok akıcı. Bir seferde hiç yorulmadan 70-80 sayfa okuyabiliyorsunuz. <b>Dündar</b> belki de metin yazarlığının getirdiği yetenekle konuşur gibi kısa cümleler kullanmış. Paragrafları 4-5 cümleden oluşuyor. Bu sırada da okuduğunuz kesinlikle yavan bir metin değil. Güzel benzetmeler, yerli yerinde kullanılmış deyimler ve güçlü ifadelerle dolu. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/VprYQ_9HE4M" width="560"></iframe>
</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Dündar</b>'ın anlatımında beğendiğim başka bir nokta da çok yakın olduğu halde Birand'a objektif yaklaşmaya çalışması oldu. Pek çok yazar özellikle konusu olan kişiyle tanışıyorsa, o biyografi için tanışmış bile olsa o kişiyi yerli yersiz övmekten geri duramıyor (Örnek: <a href="http://kitapnot.blogspot.com.tr/2012/03/guraln-tornasndan-bu-kitap-nasl-ckt.html">Güral'ın Tornası</a>). Dündar ise Birand'ın kötü bir aile babası olduğunu kıvırmaya çalışmadan söylüyor, bazen gazetecilikle ilgili tercihlerini eleştiriyor, yöneticilikteki başarısızlığının üstünü kapatmaya çalışmıyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Birand'ın hayat öyküsüne dönersek; yer yer etkileyici bulsam da genel olarak çok çarpıcı bulmadım. Yukarıda bahsettiğim gibi kitap Birand'ın neden popüler olduğunu anlamamı sağladı; 1960 darbesi, Kürt meselesi, AB ile ilişkiler gibi daha önce diğer gazetecilerce çokça işlenmemiş konuları işlemesi, dünyada hangi lider ve önemli kişi varsa hepsiyle röportaj yapmış olması Birand'ı bu kadar popüler kılmış çünkü gündemi takip eden değil belirleyen işler çıkarmış. Aynı zamanda kitabın dönemi anlatması ve gazetecilik gibi bilmediğim bir dünyanın detaylarından bahsetmesini de ilgi çekici buldum. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Özetle, <b>Birand: Bir Ömür, Ardına Bakmadan'ın</b> konusu ilginizi çekerse anlatımdan yana şüpheniz olmasın alıp zevkle okuyun.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
BAhttp://www.blogger.com/profile/13539433863275164575noreply@blogger.com8tag:blogger.com,1999:blog-6955202729828850261.post-51749385473600859102016-02-24T19:04:00.002+02:002016-02-24T19:04:30.416+02:00Kötü Şöhretim<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgzfwzOsoE6otnA6sV-lyG8_L6CYyqMZlXnifHpJPzCntH6gz9qOzCZSkUVCQzlZm0DG0vQkOKnZ8d3DW-T1pR_lXTzkrne55mlb3g56iuROwjHponGfFAUsKujmS0czREamIz91CfE3Do/s1600/0000000612079-1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgzfwzOsoE6otnA6sV-lyG8_L6CYyqMZlXnifHpJPzCntH6gz9qOzCZSkUVCQzlZm0DG0vQkOKnZ8d3DW-T1pR_lXTzkrne55mlb3g56iuROwjHponGfFAUsKujmS0czREamIz91CfE3Do/s400/0000000612079-1.jpg" width="253" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b style="text-align: justify;">Kötü Şöhretim</b><span style="text-align: justify;">, </span><b style="text-align: justify;">Kate Manning</b><span style="text-align: justify;">'in kaleminden 19. yüzyıl sonunda New York'ta geçen bir tarihi roman. Romanın esin kaynağı 1800'lerin ikinci yarısında New York'ta yaşamış </span><a href="http://www.victoriangothic.org/who-was-madame-restell/" style="text-align: justify;">Ann Trow Lohman</a><span style="text-align: justify;">, nam-ı diğer Madam Restell, adında kürtaj ve doğum kontrol hizmetleri de sunan bir kadın hastalıkları uzmanı. Ann Trow Lohman 40 yıl boyunca New York'un en seçkin ve zengin hanımlarına hizmet verdikten sonra 67 yaşında bir ahlak polisinin çabalarıyla yargılanmış, hüküm günü intihar etmiş.</span><br />
<br />
Fazlasıyla özet geçtiğim bu hayat kahramanımız Axie Muldoon'un hayatıyla hemen hemen aynı. Axie'yi Lohman'dan ayrıran şey sokaklarda büyümüş, kardeşleri başka ailelere evlat verilmiş, annesini bir doğum sonrası bakımsızlık yüzünden kaybetmiş İrlandalı bir kız olması. Yazarın Axie'ye farklı bir geçmiş yaratması birçok fonksiyonu yerine getirmiş. Birincisi doğum kontrolünün olmamasının acısını çeken çocuklardan olan Axie'nin ebelik kariyerine anlam kazandırmış. İkincisi Axie'nin çalışkanlık, cesaret, inatçılık, güvensizlik, gösterişçilik ve tatlı sözlerle kolay manipüle edilmesi gibi kişilik özelliklerine çok güzel bir çerçeve sağlamış. Üçüncü olarak Axie'nin fakir İrlandalı sokak çocuğu geçmişi toplumun iki yüzlüğü ve kadınların doğurganlıklarını kontrol edememeleri nedeniyle çektikleri acılar temalarını güçlendirmiş.<br />
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/HsbyfYiRef4" width="560"></iframe>
<b><br /></b>
<b>Manning</b> romanı Axie'nin ağzından yazarak Lohman'ın bilinmeyen iç dünyasını olumlu bir şekilde yeniden yorumlamış. Zamanın gazete haberleri ve mahkeme kayıtlarındaki nefrete varan olumsuz söylemin aksine onu doğru bildiğini yapan, şefkatli, inatçı, cesur biri olarak yansıtmış. Bunu yaparken de çok ince noktalara değinmiş. Mesela onu ahlaksızlık ve katillikle suçlayanların arasında 15 kişiyi intihara sürüklemekle övünenlerin, himayesi altındaki kızlara tecavüz edenlerin, metresleri kürtaj olsun diye Axie'ye binlerce dolar teklif edenlerin olması… Ya da ebelik ve kadın doktorluğu işinin mutlaka sınırlı sayıdaki üniversite eğitimli doktor tarafından yapılmasını savunanların asıl amacının rekabeti ortadan kaldırarak çok para kazanmak olması… Kadınların eğitim alamadığı, hizmetçilik ve hayat kadınlığı dışında bir iş yapamadığı bir ortamda kadınların bedenleri üzerindeki kontrolü tamamen kaybetmiş olması ve ortalıkta onların hakkını koruyacak kimsenin de bulunmaması…</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<span style="text-align: justify;">Roman gereğinden falza uzun olsa da ve ara sıra tekrara düşse de son derece akıcı ve kolay okunuyor. İmla hataları okuma zevkini önemli derecede bozmuyor. Türkçe çevirisine çok emek verildiği belli ancak yine de ara ara metin çeviri kokuyor.</span><br />
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Özetle, <b>Kötü Şöhretim</b>'in hem konusunu hem konunun işleniş şeklini beğendim. <b>Kate Manning</b> sadece Lohman'ın hayatını değil dönemin toplumunu da araştırarak çok emek vermiş. Ufak tefek aksaklıklarına rağmen sürükleyici anlatımıyla zevkle okunacak bir roman. Tabi kürtaj karşıtı değilseniz.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: white; font-family: "trebuchet ms" , "trebuchet" , "verdana" , sans-serif; font-size: 14px; text-align: left;"><i>Not: Bu kitap Kitap Notları'nda yer alması için KRP Yayıncılık tarafından gönderildi. Yorumlarımın objektif olmasına özen gösterdim. Hem gönderi hem de anlayışları için teşekkür ederim. </i></span><span style="font-family: "trebuchet ms" , "trebuchet" , "verdana" , sans-serif; font-size: 14px; text-align: left;"><br /></span></div>
BAhttp://www.blogger.com/profile/13539433863275164575noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-6955202729828850261.post-31548687758609344862016-02-18T11:00:00.000+02:002016-02-19T09:03:04.866+02:00Face Paint: The Story of Makeup<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgond8wXggnAaLxAPoCAFFLUzZxvD0vCbiJvui8NOeE6jd5RxHqz3UVJXYf_3o8em47LzsaV6HWV6yl3WIwhn-FpDLvMsOUQxirsP98lnBssysmALLeu5v2u1AghxNQQ0fo-7QuRIcVIyw/s1600/IMG_0984.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="300" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgond8wXggnAaLxAPoCAFFLUzZxvD0vCbiJvui8NOeE6jd5RxHqz3UVJXYf_3o8em47LzsaV6HWV6yl3WIwhn-FpDLvMsOUQxirsP98lnBssysmALLeu5v2u1AghxNQQ0fo-7QuRIcVIyw/s400/IMG_0984.JPG" width="400" /></a></div>
<br />
<div style="text-align: justify;">
Bir gün Helena Rubinstein ile Elizabeth Arden arasındaki düşmanlığa varan hararetli rekabet hakkında bir şeyler araştırıyordum. Aradığımı internette bulamadım, tespit ettiğim kitaplarsa ya erişemeyeceğim yerlerdeydi ya da çok pahalıydı. İnternete makyajla ilgili bir şey yazıp da Youtube'un güzellik guruları dünyasına düşmemeniz imkansız. İngiliz makyöz <b>Lisa Eldridge</b> de Youtube kanalı olanlardan. Ben de beğendiğim ama okuyamadığım kitaplardan birinin yazarı olan <i>Madeleine Marsh</i> ile <b>Lisa Eldridge</b>'in yaptığı bir röportajı onun kanalında izledim. Tadı damağımda kaldı, bir umutla <b>Eldridge</b>'in kitabını aldım.<br />
<br /></div>
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/Lh12XPiGOzc" width="560"></iframe><br />
<br />
<div style="text-align: justify;">
<b>Face Paint: The Story of Makeup</b> esas olarak iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde kırmızı, siyah ve beyaz teması etrafında geçmişten günümüze dünya medeniyetlerinde güzellik algısı, makyaj uygulamaları, kozmetik ürünler ve bunların o toplumun kültürüyle bağlantısı anlatılıyor. Bu bölüm ara sıra ilginç bilgiler içerse de (mesela uzak doğuda dişleri siyaha boyamak çok önemli bir uğraşmış bir zamanlar) genel olarak batı merkezli, yüzeysel ve bu yüzden de düşük tempolu kalıyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İkinci bölüm bildiğimiz anlamda kozmetik sektörünün gelişimini anlatıyor. Belki de benim aradığım türden şeyler bu bölümün başında yer aldığı için ben ikinci kısmı daha çok sevdim. Yalnız ikinci bölümün ikinci kısmı ruj, allık, rimel, pudra gibi makyaj malzemelerinin gelişimini anlatırken daha önceki bölümleri tekrara düşmekten kurtulamamış gibi geldi. Ayrıca yazar pek çok yerde en heyecanlı yeri atlamış gibiydi; örneğin sinemada özel efekt için kullanılan bir malzemeden bahsederken nasıl olduğunu söylemeden konuyu işte bu da daha sonra kadınların günlük makyaj çantasına girdi diyip geçiyordu. </div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEisAd_ECr_2WvKDglxJZJP6av23DQ4y7JxThWlEqz8PGjsDRyFe2FWYK7ZDI-5KbNevuLEnoDRxXLQNe-ViUQpQXzXa0Ye3Qt2iIrzsLkdNY081HE9eDCL4Y0xmdOchHRG1_izqG2bwv-0/s1600/IMG_0986.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="300" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEisAd_ECr_2WvKDglxJZJP6av23DQ4y7JxThWlEqz8PGjsDRyFe2FWYK7ZDI-5KbNevuLEnoDRxXLQNe-ViUQpQXzXa0Ye3Qt2iIrzsLkdNY081HE9eDCL4Y0xmdOchHRG1_izqG2bwv-0/s400/IMG_0986.jpg" width="400" /></a></div>
<br />
<div style="text-align: justify;">
Kitabın baskısı, fotoğrafları harika. Özellikle eski kozmetik ürünlerini, reklam ve makyaj örneklerinin resimlerini uzun uzun inceledim. Bazı fotoğraflarda fotoğraf altı yazısı yoktu, bazıları ana metinden alınmış bir cümleydi ve fotoğrafı yeterince açıklamıyordu; bu konuda da daha iyisi olabilirdi diye düşünüyorum.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Face Paint</b> fotoğrafta gördüğünüz gibi ana metnin içine yerleştirilmiş kutucuklarla doluydu. Bu bölümlerdeki bilgileri çoğu zaman ana metinden daha ilgi çekici buldum. Yalnız metnin sık sık kutularla bölünmesi okuma ritmimi çok bozdu.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Özetle konuyu, kitabın bir kısmını be fotoğrafları beğendim ama metnin yüzeyselliği ve sık sık kendini tekrar etmesi benim için hayal kırıklığı oldu. <span style="text-align: justify;"><b>Eldridge</b>'in kitabının tanıtımını yaptığı bir videosunda aslında anlatmak istediği çok şey olduğunu ancak kitabı kısaltmak zorunda kaldığını ve çok zorlandığını söylüyordu. Ben yine de <b>Eldridge</b>'in bütün anlatmak istediklerini 200 küsür sayfaya sıkıştırmaya çalışırken hata yaptığını düşünmüyorum. Bence <b>Eldridge</b> okuyucusuna yeterince güvenmemiş, daha teknik, daha detaylı ve daha tarih kokan bir kitabı kaldıramayacağını düşünmüş. Keşke okuyucusuna biraz daha güvenseydi. Ya da belki o haklıdır ve benim <i>Madeleine Marsh</i> okumam gerekiyordum.</span></div>
BAhttp://www.blogger.com/profile/13539433863275164575noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-6955202729828850261.post-56082296168758158542016-01-18T11:00:00.000+02:002016-03-04T00:12:58.008+02:00Sardunya Kokan Kadınlar<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj6Ro_KoQDcBc0tiJMtxnwyWt84v1enAQ1nY36Gv2otaOzbhkwqQW9gB0_7vp11zR3TNqMmEvY_Pcxk6iQu6m195j_E-1Y64gS2t5tF9oDaJ-8Z5csoD8aw7qdyP_q_BiIYR7NNl7JrecI/s1600/back.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="261" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj6Ro_KoQDcBc0tiJMtxnwyWt84v1enAQ1nY36Gv2otaOzbhkwqQW9gB0_7vp11zR3TNqMmEvY_Pcxk6iQu6m195j_E-1Y64gS2t5tF9oDaJ-8Z5csoD8aw7qdyP_q_BiIYR7NNl7JrecI/s400/back.jpg" width="400" /></a></div>
<br />
<div style="text-align: justify;">
Zaten kadın öykülerine bir ilgim var. (Bakınız: <a href="http://kitapnot.blogspot.com.tr/2015/02/kadnn-ad-yok.html">Kadının Adı Yok</a>, <a href="http://kitapnot.blogspot.com.tr/2012/05/06-plakal-kitaplar.html">Kadın Öykülerinde Ankara</a>, <a href="http://kitapnot.blogspot.com.tr/2012/08/feminizmi-ogreniyorum.html">Feminizmin ABC'si</a>, <a href="http://kitapnot.blogspot.com.tr/2012/08/feminizmi-ogreniyorum.html">Feminizm</a>, <a href="http://kitapnot.blogspot.com.tr/2012/09/feminist-edebiyat.html">Altın Defter</a>, <a href="http://kitapnot.blogspot.com.tr/2012/09/feminist-edebiyat.html">Kendine Ait Bir Oda</a> ve henüz yazmadıklarım.) Bir de <b>Sardunya Kokan Kadınlar</b>'ın telif geliri Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'na bağışlandığını fark edince elbette okudum.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Mine Engin Tekay</b>'ın kısa öykülerinden oluşan bu kitap bir iki istisna dışında kadınların ezilmişlik hikayelerini anlatıyor. Sadece fiziksel şiddeti değil hor görülmenin, önemsenmemenin, emeğini sömürülmesinin, fakirliğe mahkum edilmenin psikolojik şiddetini konu ediniyor. Kitapta hem herkese karşı tek başına ayakta kalan kadınları hem de dayanamayıp kendini boşluğa bırakanları buluyorsunuz. Bu açıdan yazar geniş bir yelpaze sunuyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Yalnız öykülerin kapsayıcılığını örseleyen bir şey var: Öykülerdeki kadınların profili genelde birbirine benziyor. Ben en yakınlarının tacizine uğramış bir kız çocuğunu, lezbiyen olduğunu herkesten saklamaya çalışan genç kızı, bir hayat kadınını, çok çalışıp terfi edemeyen beyaz yakalıyı ve diğer kadınları da okumak isterdim. Yine de yazarı bu açıdan yeremiyorum çünkü bazı öykülerden açıkça anlaşılabildiği gibi bunlar yazarın kendisinin yaşadığı veya etrafında gözlemlediği şeyler. <b>Engin Tekay</b> her kahramanını ve onun acısını içinde hissederek yazmış. Belli ki <b>Sardunya Kokan Kadınlar</b> biraz şundan biraz bundan denerek oluşturulmuş bir proje değil, yazarın yüreğinden kabarıp taşanların eseri.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Kitapla ilgili tek eleştirim yazarın pekmez gibi bal gibi üslubuna. Aslında kafiyeli, şiir gibi, güçlü bir anlatımı var öykülerin ama bu öyle edebiyatlı bir tarz ki… öykülerin iç burkan atmosferi ve yer yer kendini tekrar eden paragraflarla birleşip iyice ağırlaşıyor. Bir kaşık yerseniz çok güzel ama iki üç kaşık yiyemiyorsunuz, içiniz bayılıyor. Üstelik yazar çoğu hikayeyi birinci tekil kişinin ağzından anlatmasına rağmen bu karakteristik anlatımını hiç değiştirmiyor. Kahramanımız çocuk, kalbi kırık bir yaşlı kadın veya genç bir anne de olsa sanki hep aynı kişi konuşuyor.<br />
<br />
Özetle<b> Engin Tekay</b>'ın içinden geçenleri cesaretle anlatmış olmasını, duyarlılığını, duygusunu okura geçirebilmesini beğendim. Ah bir de daha sade, hepsinden de önemlisi öykülerin kahramanlarına uyan daha gerçekçi bir dili olsaydı...<br />
<br />
<br />
<span style="background-color: white; font-family: 'Trebuchet MS', Trebuchet, Verdana, sans-serif; font-size: 14px; text-align: left;"><i>Not: Bu kitap Kitap Notları'nda yer alması için Net Kitap tarafından gönderildi. Yorumlarımın objektif olmasına özen gösterdim. Hem gönderi hem de anlayışları için teşekkür ederim.</i> </span><span style="font-family: 'Trebuchet MS', Trebuchet, Verdana, sans-serif; font-size: 14px; text-align: left;"><br /></span></div>
BAhttp://www.blogger.com/profile/13539433863275164575noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-6955202729828850261.post-43499239944144595042016-01-11T09:27:00.000+02:002016-01-11T09:27:47.699+02:0010. Ankara Kitap Fuarı'ndan Notlar<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjxDpYQivNArDxMbC4EJ9OPwXmqYndcpXoR7W4-hOm8AoRteUDIw2abvy5Bqrt7mzIRAFh0fo0qnLtoF846ZVg2x19fQ7Pp_t4Jdo9xQfP_bY4fRSOl5OT87eaVImeypN-r7XtS_EVaP80/s1600/IMG_0968.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="300" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjxDpYQivNArDxMbC4EJ9OPwXmqYndcpXoR7W4-hOm8AoRteUDIw2abvy5Bqrt7mzIRAFh0fo0qnLtoF846ZVg2x19fQ7Pp_t4Jdo9xQfP_bY4fRSOl5OT87eaVImeypN-r7XtS_EVaP80/s400/IMG_0968.JPG" width="400" /></a></div>
<br />
<div style="text-align: justify;">
</div>
<span style="text-align: justify;"></span><br />
<div>
<div style="text-align: left;">
<span style="text-align: justify;"><span style="text-align: justify;"><br /></span></span></div>
</div>
<div style="text-align: left;">
<span style="text-align: justify;">
Ankara'daki kitap fuarlarına yıllardır giderim. İlk kez geçen sene hiç fuara gitmedim, çünkü soğudum fuardan ama bu sene yine ''kahretsin aklımdasın ve sen bunun farkındasın'' diyerek yola düştüm. Siz de 10. Ankara Kitap Fuarı'na gitmeyi düşünüyorsanız, gidip de başkalarının yorumunu merak ettiyseniz buyrun:</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<ul>
<li style="text-align: justify;">10. Ankara Kitap Fuarı 17 Ocak'a kadar açık. Her gün saat 20.00'ye kadar ziyaret edebilirsiniz. Yine büyük gizlilik içinde gerçekleştirilen fuarın haberini almak biraz zor oldu ama detaylarına <a href="http://www.eylulfuar.com/">www.eylulfuar.com</a> adresinden ulaşabilirsiniz.</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Fuar ATO Congressium'da. Congressium güzel ferah bir fuar alanı. Şehir merkezine yakın ama toplu taşıma ile ulaşılması zor. Ziyaretçi azlığında rolü var mı bilmiyorum. Araba ile gidecekler için: bazı etkinlikler sırasında Congressium'un otoparkı ücretli oluyor ama bugün ücretli değildi.</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Fuara giriş 2 liraymış. Hayır neden ücretsiz olamıyor onu anlamıyorum. 4 kişik bir ailenin fuara girmek için bir kitap parasını bilete vermesi benim hoşuma gitmiyor.</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Fuar alanına girdiğimde hemen elime bir broşür tutuşturdular. Fuar alanının krokisi sanarak önemsemedim ve hemen gezinmeye başladım. Meğer plan sandığım şey bir gayrimenkul projesi reklamıymış. Sizce de fuar planının danışmanın arkasında bir yerlere saklanıp hemen girişte fuarla ilgisiz reklamlar dağıtılması saçma değil mi?</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<ul>
<li style="text-align: justify;">İndirimler her zamanki gibiydi, yani okuyucuyu heyecanlandıracak cinsten değildi. İletişim'de %20, NTV Yayınları, Evrensel ve İthaki'de %25 indirim vardı. Ara sıra %30-35 indirimler görsem de özellikle popüler yayın evlerinde indirimler bu oranlardaydı. En yüksek indirim oranı %50 ile Aylak Adam'ın standındaydı.</li>
</ul>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgHxInXK3JDgbjecodimiyn2wQWn3M7UsmZe_xwrbBKG8NeGsjZsB8RNUwxzbSoMskUhK-Jlnsfn9hd7vf3iEdk1YlKLtvKnp_da4TZGkXEH0y44XiZr8acWPCrmgeA0RaTuKpo2so0bzc/s1600/IMG_0966.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="640" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgHxInXK3JDgbjecodimiyn2wQWn3M7UsmZe_xwrbBKG8NeGsjZsB8RNUwxzbSoMskUhK-Jlnsfn9hd7vf3iEdk1YlKLtvKnp_da4TZGkXEH0y44XiZr8acWPCrmgeA0RaTuKpo2so0bzc/s640/IMG_0966.jpg" width="480" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Sahaflara ayrılmış bir bölüm vardı. Özellikle aradığım bir kitap olmadığı için şöyle bir dolaştım, kitap fiyatları uygundu. Yalnız sanki daha önce fuarın en güzel kısmı olan sahaflara da o sönüklük bulaşmıştı.</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Sınav kitaplarının fuarı işgal etmemesi iyi olmuş. </li>
</ul>
<br />
<ul>
<li style="text-align: justify;">Fuara Pazar akşamı gittim. Herkes evine gidip dinlenmeye mi çekilmişti bilmiyorum ama fuar alanı bence boştu. Fuarın kapanmasına hala 1 saat varken bir ara o kadar sessizlik oldu ki kitap fuarı değil kütüphane diye düşünmeye başladım. Yine de fuarın son hafta sonu daha yoğun olur diye tahmin ediyorum.</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Yayın evlerinin katılımı çok düşüktü. Hangi yayıncıların katıldığını <a href="http://www.eylulfuar.com/10-ankara-kitap-fuari-katilimci-listesi.html">BURADAN</a> görebilirsiniz. Ben de eksikler arasından ilk aklıma gelenleri sayayın: Can Yayınları, Doğan Kitap, Remzi Kitabevi, Altın Kitap, Ayrıntı Yayınları, Siren Yayınları, April Yayıncılık, İmge Kitabevi, Yordam Kitap, Domingo Yayınevi…</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Ankara Kitap Fuarı'nı hep daha kötüye gidiyor. Bu yıl fuar heyecansız, yavan, boş geldi bana. Geçtiğimiz yıllarda ziyaretçinin ilgisizliğinden şikayet edenler şimdi ne düşünüyor merak ediyorum. ''Ankaralı okumuyor, kitap sevmiyor'' diye kestirip atabiliriz, kolay da olur ama ben bu fuar işinin becerilemediğini Ankaralının da giderek bu işten soğuduğunu düşünüyorum. Geçen sene ben de gitmemiştim fuara, kitap sevgimin olmadığını da söyleyemeyiz. Bu sene fırsat oldu gittim ama seneye yeniden gitmek için hiçbir istek uyandırmadı bende. Soran olursa da aman mutlaka git demem. </li>
</ul>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg_ZjPNcVpXyCbBAkmWoPX4CL-IttrVx_b3cu2RDmjgasdSWTE10UGMPRTPC_EeDozsaCX4-UiFIs1bNOVQEjLWIfT32CrSK7VQae8NxX4-rlHyX_WHGY0FFtWMdYA1xVD_Zj2pb67fccQ/s1600/IMG_0970.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="300" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg_ZjPNcVpXyCbBAkmWoPX4CL-IttrVx_b3cu2RDmjgasdSWTE10UGMPRTPC_EeDozsaCX4-UiFIs1bNOVQEjLWIfT32CrSK7VQae8NxX4-rlHyX_WHGY0FFtWMdYA1xVD_Zj2pb67fccQ/s400/IMG_0970.JPG" width="400" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Bu yıl fuarın benim için tek kazancı <b>Aylak Adam Kültür Sanat Yayıncılık</b> oldu. Daha önce duymuş ama hiç kitaplarını incelememiştim. Bu sefer stantlarını baya karıştırdım. Hem kitaplar, hem kapaklar, hem de stanttaki görevliker çok hoşuma gitti. Üstelik fuarın en büyük indirimi (%50) de bu stanttaydı. <b>Steven Millhauser</b>'in <b>Barnum Müzesi</b>'ni aldım. <b>İyi Asker</b> ve şu an adını hatılayamadığım, adını da internette bulamadığım Fransız Devrimi sırasında terör döneminde bir savcıyı anlatan gizemli roman aklımda kaldı. Umarım yakında bir internet sitesi yapıp beni bu dertten kurtarırlar. Eğer fuara giderseniz mutlaka Aylak Adam'a uğrayın, şu gizemli kitabın adını da öğrenip bana yazın lütfen.</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<ul>
<li style="text-align: justify;">İlgimi çeken bir başka stant da Bursa Büyükşehir Belediyesi'nin iştiraki Bursa Kültür A.Ş.'nin standıydı. Bursa ile ilgili bu kadar çok kitap olduğunu ben bilmiyordum. Üstelik hepsinin de baskısı çok albeniliydi. Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin standının ise ne işe yaradığı belirsizdi. Stantta kitaptan çok insan olması bir yana stanttakiler de kitaptan çok pr materyaliydi.</li>
</ul>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<ul>
<li style="text-align: justify;"><b>H. G. Wells</b>'in <b>Zaman Makinesi</b>'ni de adım. Yıllar önce, hatta çocukken okuyup etkilendiğimi hatırlıyorum. Bunun dışında aklımda hiçbir şey kalmadığı için yeniden okumaya karar verip kitabı aldım. Bir de <b>Barış Bıçakçı</b>'nın son romanı <b>Seyrek Yağmur</b> 8 Ocak'ta satışa çıkmıştı. Uzun süredir Bıçakçı okumadığım için neden olmasın diyip onu da aldım. Evrensel'in standında da zaman geçirdim ama kitap alan ben değil arkadaşlarım oldu. <a href="http://www.evrenselbasim.com/tanim.asp?sid=KEMTYPV2ZK7UZL9HWE4W">Kömür Tutuşunca</a>'yı da okuma listeme ekledim.</li>
</ul>
BAhttp://www.blogger.com/profile/13539433863275164575noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-6955202729828850261.post-87918569720538390262016-01-07T05:00:00.000+02:002016-01-11T18:41:34.385+02:00Sineklerin Tanrısı<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhkvxUYaRYfJsZ7mtW2w1yCU0Fo0er8YANXNQvTLLN_FiLpQTmfPrp3D59gwmZ6S0P3XI0ivcBn4vfiQ_Z6VfxaLVDNiiS93yHuG59DYXYGM5HwFW05KPslsOdXWgcVs_fYAtMVLtylT8A/s1600/sineklerin+tanr%25C4%25B1s%25C4%25B1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="236" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhkvxUYaRYfJsZ7mtW2w1yCU0Fo0er8YANXNQvTLLN_FiLpQTmfPrp3D59gwmZ6S0P3XI0ivcBn4vfiQ_Z6VfxaLVDNiiS93yHuG59DYXYGM5HwFW05KPslsOdXWgcVs_fYAtMVLtylT8A/s400/sineklerin+tanr%25C4%25B1s%25C4%25B1.jpg" width="400" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu aralar çok duyduğum ama okumadığım insanın doğası üzerine kitaplar okuyorum. Bkz: <a href="http://kitapnot.blogspot.com.tr/2015/12/otomatik-portakal.html">Otomatik Portakal</a>. Şimdi de <b>William Golding</b>'in <b>Sineklerin Tanrısı</b>. Hikayemiz şöyle başlıyor: Dünyada nükleer bir savaş süregidiyor. Bir grup İngiliz erkek çocuğu savaştan kaçarken uçakları düşüyor. Güneşi ısıtan, meyveleri doyuran, suları serinletip temizleyen bir ıssız adada buluyorlar kendilerini. Ve insan oğlu çocuk da olsa uslu durmuyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İlk bölümler çocukların bir araya gelmesini, Ralph'in liderliğe yükselişini ve adayı anlatıyor. Bu bölümleri okurken romanı beğenmeyeceğimi, her kitabın bir yaşı olduğunu, bu kitabın da orta öğretim çağında okunup dersler çıkarılması gereken bir kitap olduğunu düşünüyordum. Sineklerin Tanrısı'nı kitapçıda gördüğümde almak istememin en önemli nedenlerinden biri çevirmeninin Mina Urgan olmasıydı. Mina Urgan'ın çevirisi değil ama kitaba yazdığı son söz bakış açımı değiştirdi ve romanı okumaya devam ettim. Urgan'ın harika açıklamaları bol bol "spoiler" içerdiği için sizin de aynı şeyi yapmanızı tavsiye etmiyorum. Onun yerine daha az "spoiler" içeren bir şeyleri ben yazmaya çalışacağım.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Sineklerin Tanrısı</b> sembolik anlatıma sahip bir kitap; <a href="http://kitapnot.blogspot.com.tr/2013/05/satranc.html">Satranç</a> gibi, <a href="http://kitapnot.blogspot.com.tr/2013/06/son-ada.html">Son Ada</a> gibi. Bu yüzden de yazarın kurgusunda detaylı bir mantık arayışında değilim, bir deniz kabuğundan o kadar ses çıkar mı, dört beş çocuk bir yaban domuzunu öldürebilir mi, ateş yakmanın gözlük merceğinden başka yolu yok mu gibi sorular sormuyorum. Çünkü o güzel, parlak ve kırılgan deniz kabuğu medeniyeti, demokrasiyi, bir hakka sahip olmanın güzelliğini temsil ediyor. Onu unutmak, o yokmuş gibi davranmak çok kolay ama sesi duyulduğunda da kayıtsız kalmak imkansız. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Ateş ve duman ise bir kurtuluş ümidi, bir idea. Bu idea ısıtıyor, güven ve huzur veriyor ama onu ayakta tutmak durmaksızın emek istiyor. Kontrolden çıktığında da yakıp zarar veriyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Ateşin idealogu da Domuzcuk, hem gözlüğüyle hem de söyledikleriyle. Akıllı, erdemli, hep doğruyu bilen ve söyleyen "entelektüel" Domuzcuk herkesten farklı ve bu yüzden dışlanmış. Ama bu durum sadece onu dışlayanların farklı olanı kabul edememesinden kaynaklanmıyor. Domuzcuk da farklılıklarına saklanarak bazı imtiyazlar arıyor, kaytarıyor, gerçeklerden kopuk planlar veya isteklerle ortaya çıkabiliyor. Romanda gerçek adını bilmediğimiz tek karakterin lakabının Domuzcuk olması ile Jack'in liderliğini kabul edenlerin adada durmadan domuz avlaması arasında bir bağlantı var mı, yoksa ben analoji işini biraz abarttım mı?<br />
<br />
Romandaki en büyük sembol tabiki sineklerin tanrısı. Sineklerin tanrısının iyiliğin sembolü Simon'a canavar diye bizim dışımızda elle tutulur bir şey olmadığını, cahillik ve korkularla beslenen vahşiliğin, kötülüğün, saldırganlığın içimizde olduğunu söylediği sahne kitabın özeti gibi. Gerçeği sezgiyle gören ermiş Simon'ı sineklerin tanrısının sana inanmazlar, bu adada biz eğleniyoruz, bir haltlar çevirmeye kalkma yoksa seni öldürürüz diye tehdit etmesi hiç de boş blöf değil. Onu öldürecekler içinde Ralph ve Domuzcuk'un da sayılması üzerine düşünülmesi gereken bir nokta.<br />
<br />
Şimdi <b>Sineklerin Tanrısı</b>'nın neden okunması gereken kitaplardan biri olduğunu anlıyorum. Golding'in bitmek tükenmek bitmeyen ada betimlemeleri, temposu düşük anlatımı ve ne anlatmak istediğini çözemediğim finaline rağmen bu roman insan doğası ve sosyal davranış üzerine düşündürdüğü için güzel. Mina Urgan'ın son sözü belki daha da güzel.</div>
BAhttp://www.blogger.com/profile/13539433863275164575noreply@blogger.com8tag:blogger.com,1999:blog-6955202729828850261.post-38395600918975069322016-01-03T22:46:00.000+02:002016-01-03T22:47:23.064+02:002015 Yılı Raporu<div style="font-family: 'Trebuchet MS', Trebuchet, Verdana, sans-serif; font-size: 14px; text-align: justify;">
Kitap Notları'nın 31 Aralık 2016 tarihi itibariyle biraz geç de olsa dördüncü yıllık raporunu arz ederim.</div>
<div style="font-family: 'Trebuchet MS', Trebuchet, Verdana, sans-serif; font-size: 14px; text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="font-family: 'Trebuchet MS', Trebuchet, Verdana, sans-serif; font-size: 14px; text-align: justify;">
<b><span style="color: #0b5394;">OKUNANLAR</span></b></div>
<div style="font-family: 'Trebuchet MS', Trebuchet, Verdana, sans-serif; font-size: 14px; text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="font-family: 'Trebuchet MS', Trebuchet, Verdana, sans-serif; font-size: 14px; text-align: justify;">
<span style="font-family: inherit;"><b>17 kitap okudum:</b> 11'i roman, diğerleri biyografi (1), anlatı (1), gezi (2), araştırma (1), öykü (1)... </span><br />
<div style="min-height: 14px;">
<span style="font-family: inherit;"><br /></span></div>
<span style="font-family: inherit;">Bu yıl yine istediğimden az kitap okudum, bu sefer de sorumlu yoğunluk. Son birkaç yılda hiç olmadığım kadar yoğunum. Üstelik bu zihin yorgunluğuna neden olan, beni birkaç parçaya bölen bir yoğunluk olduğu için istediğim kitapları veya istediğim kadar çok okuyamıyorum.</span></div>
<div style="font-family: 'Trebuchet MS', Trebuchet, Verdana, sans-serif; font-size: 14px; text-align: justify;">
<span style="font-family: inherit;"><br /></span></div>
<div style="font-family: 'Trebuchet MS', Trebuchet, Verdana, sans-serif; font-size: 14px; text-align: justify;">
<span style="font-family: inherit;">Okuduklarım içinde en sevdiğim üç ise şöyle:</span></div>
<div style="font-family: 'Trebuchet MS', Trebuchet, Verdana, sans-serif; font-size: 14px; text-align: justify;">
<span style="font-family: inherit;"><br /></span><span style="font-family: inherit;"><i> 1. <a href="http://kitapnot.blogspot.com.tr/2015/10/sozde-terorist.html">Sözde Terörist: Bir Demokrasi Polisiyesi - İsmail Saymaz</a></i></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<div style="font-family: 'Trebuchet MS', Trebuchet, Verdana, sans-serif; font-size: 14px;">
<span style="font-family: inherit;"><i> 2. <a href="http://kitapnot.blogspot.com.tr/2015/05/baba-evi-avare-yllar-ve-orhan-kemal.html">Baba Evi - Avare Yıllar - Orhan Kemal</a></i></span></div>
<div style="font-family: 'Trebuchet MS', Trebuchet, Verdana, sans-serif; font-size: 14px;">
<span style="font-family: inherit;"><i> 3. <a href="http://kitapnot.blogspot.com.tr/2015/09/belal-avukatlar.html">The 500 - Matthew Quirk</a></i></span></div>
<div style="font-family: 'Trebuchet MS', Trebuchet, Verdana, sans-serif; font-size: 14px; min-height: 14px;">
<span style="font-family: inherit;"><br /></span></div>
<div style="font-family: 'Trebuchet MS', Trebuchet, Verdana, sans-serif; font-size: 14px;">
<span style="font-family: inherit;">Bu yıl okuduğum kitapların 4'ü İngilizceydi. İkisinin Türkçe tercümesi olmadığı için yazısını yazıp yazmamak konusunda kararsız kaldım ki bence aslında kayda değer kitaplardı. Yazsam mı acaba?</span></div>
<div style="font-family: 'Trebuchet MS', Trebuchet, Verdana, sans-serif; font-size: 14px; min-height: 14px;">
<span style="font-family: inherit;"><br /></span></div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, Trebuchet, Verdana, sans-serif;"><span style="font-size: 14px;">Bu yıl kütüphane kullanmadım ama okuduğum kitapların birini arkadaşımdan ödünç aldım, 2'sini takasla almıştım, 2'sini de ikinci el satın almıştım, 4'ünü de yayın evleri göndermişti, biri de hediyeydi… Zaten birazdan göreceksiniz bu yıl kitap almadım hala stoktan tüketiyorum.</span></span></div>
<div style="font-family: 'Trebuchet MS', Trebuchet, Verdana, sans-serif; font-size: 14px; text-align: justify;">
<div>
<br /></div>
</div>
<div style="font-family: 'Trebuchet MS', Trebuchet, Verdana, sans-serif; font-size: 14px; text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="font-family: 'Trebuchet MS', Trebuchet, Verdana, sans-serif; font-size: 14px; text-align: justify;">
<b><span style="color: #0b5394;">KİTAP TRAFİĞİ</span></b></div>
<div style="text-align: justify;">
<div style="font-family: 'Trebuchet MS', Trebuchet, Verdana, sans-serif; font-size: 14px;">
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEie959b7OtDoppM0PpJlP0WQfhDMKrZaomm5YKkckgDrMWl7gnmC6fsr4__FKOvP9rhIl1iti3nbQLJSa9kif3gcwejwfh7TKTW7jLGci1aPFgDe-3zEtl4oYKUCzMCrvy8dWQ0MnI7qN8/s1600/IMG_0235.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="300" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEie959b7OtDoppM0PpJlP0WQfhDMKrZaomm5YKkckgDrMWl7gnmC6fsr4__FKOvP9rhIl1iti3nbQLJSa9kif3gcwejwfh7TKTW7jLGci1aPFgDe-3zEtl4oYKUCzMCrvy8dWQ0MnI7qN8/s400/IMG_0235.JPG" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: right;"><i>Bağışlanan kitaplar.</i></td></tr>
</tbody></table>
<br />
<span style="font-family: Trebuchet MS, Trebuchet, Verdana, sans-serif;"><span style="font-size: 14px;">Bu sene kaç kitap geldi kaç kitap gitti takip etmek neredeyse imkansız. Yayınevlerinin gönderdiği kitaplar hariç 10 - 11 kitap girdi kitaplığıma. 4-5 tane de başkalarının kitaplıklarından ''bunu atma bana ver'' diye yağmaladığım kitap var. Yine de o kadar çok okunacak şey var ki elimde… </span></span></div>
<div style="font-family: 'Trebuchet MS', Trebuchet, Verdana, sans-serif; font-size: 14px; text-align: justify;">
<span style="font-family: inherit;"><br /></span></div>
<div style="font-family: 'Trebuchet MS', Trebuchet, Verdana, sans-serif; font-size: 14px; text-align: justify;">
Tabi hep bana hep bana olmaz, biraz da vermek lazım: Yılbaşı çekilişiyle birlikte 5 kitabı Kitap Notları'ndan hediye ettim. 17 kitabı da Muş'taki bir liseye bağışladım. Annemin evinden çıkanlarla birlikte elimde 30-40 kitap var değerlendirilmesi gereken. Blog satışı mı yapsam, bir yere mi bağışlasam, takas mı etsem ne yapsam?<br />
<span style="font-family: inherit;"><br /></span></div>
<div style="font-family: 'Trebuchet MS', Trebuchet, Verdana, sans-serif; font-size: 14px; text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="font-family: 'Trebuchet MS', Trebuchet, Verdana, sans-serif; font-size: 14px; text-align: justify;">
<b><span style="color: #0b5394;">KİTAP NOTLARI</span></b></div>
<div style="font-family: 'Trebuchet MS', Trebuchet, Verdana, sans-serif; font-size: 14px; text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="font-family: 'Trebuchet MS', Trebuchet, Verdana, sans-serif; font-size: 14px; text-align: justify;">
Kitap Notları'nda 2015'te bu yazı dahil <b>18 yazı</b> yayınladı <b>18 kitap</b> hakkında atılıp tutuldu. Bu sayı çok az. Yine bakınız: yorgunluk ve yoğunluk.</div>
<div style="font-family: 'Trebuchet MS', Trebuchet, Verdana, sans-serif; font-size: 14px; text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="font-family: 'Trebuchet MS', Trebuchet, Verdana, sans-serif; font-size: 14px; text-align: justify;">
2015'te yayınlanan yazılar içinden en çok <a href="http://kitapnot.blogspot.com.tr/2015/04/kyya-vuran-deniz-kabuklar.html">Kıyıya Vuran Deniz Kabukları</a> okundu. Çekiliş yazıları dışında en çok yorumu <a href="http://kitapnot.blogspot.com.tr/2015/04/masumiyet-muzesi-roman-ve-muze.html">Masumiye Müzesi: Müze ve Roman</a> aldı.</div>
<div style="font-family: 'Trebuchet MS', Trebuchet, Verdana, sans-serif; font-size: 14px; text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="font-family: 'Trebuchet MS', Trebuchet, Verdana, sans-serif; font-size: 14px; text-align: justify;">
Kitap Notları ise 2015'te yaklaşık 123 bin tık aldı, 330 bin tıka ulaştı. Yazı performansımın bu kadar düştüğü bir yılda bu teveccüh beni utandırdı.</div>
<div style="font-family: 'Trebuchet MS', Trebuchet, Verdana, sans-serif; font-size: 14px; text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="font-family: 'Trebuchet MS', Trebuchet, Verdana, sans-serif; font-size: 14px; text-align: justify;">
Raporu Twitter ile bitiriyorum: Kitap Notları'nın takipçi sayısı 700 kişi artarak yaklaşık 2800 oldu. Sizi de bekleriz: <a href="https://twitter.com/KitapNotlari" style="color: #888888; text-decoration: none;">https://twitter.com/KitapNotlari</a>.</div>
BAhttp://www.blogger.com/profile/13539433863275164575noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-6955202729828850261.post-65451153611188534532015-12-16T20:28:00.003+02:002015-12-30T23:14:22.355+02:00Yeni Yıl Hediyesi<div style="text-align: justify;">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEge5osZuT0dZ6mNqa4kbns_aIiylYgQzxvPOJztCq19ggrYCS8PNMULRNw432Tk6TZYGvA7LqUVQ8mHtAX5La8r6BnW5GgE-8M3VOwGSWjOUegTEsP8_33VXGcKMJ_5gYmxXuMZhF_fruA/s1600/hediye.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="267" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEge5osZuT0dZ6mNqa4kbns_aIiylYgQzxvPOJztCq19ggrYCS8PNMULRNw432Tk6TZYGvA7LqUVQ8mHtAX5La8r6BnW5GgE-8M3VOwGSWjOUegTEsP8_33VXGcKMJ_5gYmxXuMZhF_fruA/s400/hediye.jpg" width="400" /></a></div>
<br />
<br />
Bu sene çok az kitap okudum ama okuduklarım içinde çok iyiler vardı. <a href="http://kitapnot.blogspot.com.tr/2015/12/otomatik-portakal.html">Otomatik Portakal</a>, <a href="http://kitapnot.blogspot.com.tr/2015/10/sozde-terorist.html">Sözde Terörist</a>, <a href="http://kitapnot.blogspot.com.tr/2015/02/kadnn-ad-yok.html">Kadının Adı Yok</a>, Sineklerin Tanrısı, <a href="http://kitapnot.blogspot.com.tr/2015/08/saatleri-ayarlama-enstitusu.html">Saatleri Ayarlama Enstitüsü</a>... içlerinden en iyisini seçmek zor ama benim en çok etkilendiğim Sözde Terörist oldu. En beğenmediğim kitap ise yorumlamam için gönderilmişti, o yüzden adını söyleyemiyorum :)</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Sizin bu yıl okuduklarınız içinden en sevdiğiniz, herkes okumalı dediğiniz veya en çok etkilendiğiniz kitap hangisi oldu? Peki ya boşa okudum dediğiniz en kötüsü?</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
2016 okuma listeleri hazırlanırken bu soruların cevaplarını bilmek eğlenceli ve faydalı olabilir. Üstelik yorumunuza e-posta adresinizi de eklerseniz aşağıdaki her telden 3 güzel kitaptan oluşan hediyeyi kazanabilirsiniz. Bir de sürpriz kitap var :)</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div>
Kitap Notları gururla sunar:</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<b>Düşman Yaratmak - Umberto Eco</b></div>
<blockquote class="tr_bq">
<i></i><br />
<div style="text-align: justify;">
<i><i>Düşman Yaratmak, “rastgele yazılar”dan oluşan bir kitap.
Ama, yazarın 20. yüzyılın en önemli düşünce adamlarından Umberto Eco olduğunu
düşününce, bu yazıların öylesine seçilmiş konularda rastgele yazılmış yazılar
olmadıkları belli.</i></i></div>
<i>
</i><o:p></o:p>
<br />
<div style="text-align: justify;">
</div>
<i></i><br />
<div style="text-align: justify;">
<i><i>Kitabın adının kaynağı olan “Düşmanı İnşa Etmek” yazısı, New
York’ta Pakistanlı bir taksi şoförünün Eco’ya sorduğu, “İtalyanların düşmanları
kimler?” sorusuyla başlıyor. Böylece ülkelerin “dış düşman”lardan çok “iç
düşman”larla uğraştığı ve bir düşmanın olmaması durumunda bu düşmanın “inşa
edildiği, yaratıldığı” sonucuna varan yazar, bu inşa sürecini Cicero’dan
Sartre’a çeşitli metinler aracılığıyla örnekliyor.</i></i></div>
<i>
</i><o:p><div style="text-align: justify;">
</div>
</o:p><i><div style="text-align: justify;">
<i>Öteki yazılar da, kutsal kavramından hazine arayışına, ıssız
adalardan ateşin kültür tarihine, “Soğuk Güneş” ve “Oyuk Dünya” gibi hayali
astronomilerden atasözleri üzerine kurulu bir Mutluluk Cumhuriyeti’ne kadar pek
çok alanı kuşatan, “hem konuşanı hem de dinleyeni eğlendirmeyi amaçlayan,
abartılı retorik alıştırmalar”.</i></div>
</i></blockquote>
<div>
<div class="MsoNormal">
<o:p></o:p></div>
</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<b>Ezgili Şiirler - Yaşar Oğuz Ergun</b> (İmzalı)</div>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: justify;">
<i>egeyle ışıldıyoruz</i> </blockquote>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: justify;">
<i>sevinçle bakar göğü</i><i>denizi umut mavi</i></blockquote>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: justify;">
<i>evleri giyiniyoruz beyaz</i> </blockquote>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: justify;">
<i>dağları parlak kadife</i></blockquote>
<br />
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: justify;">
<i>Ege kumaşıdır</i></blockquote>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: justify;">
<i>işlediğimiz sevgi nakışı</i> </blockquote>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: justify;">
<i>hakkını verelim aşkın</i> </blockquote>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: justify;">
<i>bu dağlar sarı gülüşlü</i></blockquote>
<div>
<br /></div>
<div>
<b>Amelia'nın Sırları - Kimberly McCreight</b></div>
<div>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: justify;">
<i>Kate Baron, on beş yaşındaki kızı Amelia’yla Brooklyn’de
sakin bir hayat yaşıyordu. Ta ki Grace Hall Lisesi’nin bahçesinde onun cansız
bedeniyle karşılaşana dek. Polis “intihar” diyor. Amelia başarılı bir öğrenci.
Harika bir sporcu. Edebiyat tutkunu. Geleceğe umutla bakan bir genç kız.
Kendini öldürmüş olabilir mi?<br /> <o:p> </o:p>Kate, kızının ardında bıraktığı izlerin peşine düşüyor...<br />Amelia’nın sırları birer birer aydınlanıyor...</i></blockquote>
Çekiliş sonucu 30 Aralık'ta Kitap Notları'nda…<br />
<br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-size: large;">Kazanan Emre Bolat oldu! Şimdi ona bir mail atıyorum. Bir hafta içinde yanıt alamazsam hal-i hazırda belirlediğim yedek talihliyle temas edeceğim. Ayrıca Alamut Kalesi'ni bir arkadaşımın tavsiyesiyle okuyup ben de çok beğenmiştim :)</span></div>
</div>
<div>
<br /></div>
</div>
BAhttp://www.blogger.com/profile/13539433863275164575noreply@blogger.com11tag:blogger.com,1999:blog-6955202729828850261.post-70008394045499988902015-12-06T20:02:00.003+02:002015-12-06T20:02:34.891+02:00Otomatik Portakal<div style="text-align: justify;">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg950BlwrtR3Zke27EECEd12V69zSWSY9TDbgM-VbKZHtzndXaq0EbaNvV6jCzpuOZuX3a0yJPD8wCWe3p2oBg4dGiIB4DAAYdh8y6goyY5YPM1cXqlxibyfSnTotOHlvJnLAyZMVjQ8z8/s1600/otomatik+portakal.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="310" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg950BlwrtR3Zke27EECEd12V69zSWSY9TDbgM-VbKZHtzndXaq0EbaNvV6jCzpuOZuX3a0yJPD8wCWe3p2oBg4dGiIB4DAAYdh8y6goyY5YPM1cXqlxibyfSnTotOHlvJnLAyZMVjQ8z8/s400/otomatik+portakal.jpg" width="400" /></a></div>
<br />
<b>Otomatik Portakal</b> çok duyduğunuz, kocaman tek gözlü şapkalı adamını hatırladığınız, belki de Kubrik'in film uyarlamasını izlediğiniz bir kısa roman. Bu kitabı henüz okumadıysanız bütün bunları bilmeniz veya hatırlamanız güzel mi emin değilim. Benim gibi sadece "mühim kitap" fikriyle kitaba yaklaşmanız en güzeli olabilir. Hazırlıksız, her şeye açık ve beklentisiz. Bu yüzden kitabı okumadıysanız okuyun zaten 100 sayfa filan diyerek yazıyı burada sizin için bitiriyorum. Görüşmek üzere!</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Eveeet, kitabı okumuşlar ve sözümü dinlemeyecek kadar asilerle devam ediyoruz. <i>Ey kardeşlerim size hemen romanın kıyak lingosundan filan bahsetmek istiyorum. Hatta eğer kıvırabilseydim siz yüce kardeşlerime tüm yazıyı bu lingoyla yazmaktan gurur filan duyardım.</i> Çünkü baş anti-kahramanımız <i>Alex</i> birinci tekil kişi ile bize başından geçenleri anlatırken Nadsat'ı kullanıyor ve Nadsat çok değişik bir şey. Sadece bir yazar değil aynı zamanda bir dilbilimci olan <b>Burgess</b>'in Rus argosundan, Almancadan ve baka birçok yerden aldığı kelimeler, bu kelimelerdem ürettiği kelimeler ve tamamen kendisinin uydurduğu ifadelerden oluşan bir dil bu. Nadsat'taki bu üretilmiş ifadelerin anlamı yok, okudukça anlamını okur hislerinize dayanarak siz çıkarıyorsunuz. Başta okumak zor gelse de 5-10 sayfa sonra su gibi akmaya başlıyor. <b>Burgess</b> bu yolu <i>Alex</i>'e zamansız ve eskimeyecek bir ses kazandırmak için tercih etmiş ki bence de başarılı olmuş. Hatta bence kitabın en ilginç ve güzel yanı Nadsat. Sanıyorum çevirmenler benle aynı şeyi düşünmüyordur. Nadsat'ı Türkçeye çevirmek çok zor bir iş olmalı. Ben aslı İngilizce olan kitapları aslından okumaya gayret göstersem de bu kitabı çeviriden okumaktan son derece memnun kaldım. Dost Körpe'nin çevirisi hem Nadsat'ın özgünlüğünü hem de keyfini yansıtıyor. Yine de kitabı aslından okumak isterseniz <a href="http://www.sparknotes.com/lit/clockworkorange/terms.html">bu mini Nadsat sözlüğü</a> işinize yarayabilir.<br />
<br />
<i>Eee, ne olacak şimdi ha?</i><br />
<br />
Nadsat ile ilgili heyecanımı paylaştıktan sonra atıp tutmaya romanın kurgusuyla devam edebilirim. Baş belamız (kahramanımız) <i>Alex</i> lise çağında, içki ve uyuşturucu kullanan, saldırgan hem de çok saldırgan bir genç. Romanın ilk sayfaları <i>Alex</i> ve drooglarının akıl almaz şiddet sahneleriyle geçiyor. Üçüncü sayfa haberleri, bilgisayar oyunları ve filmlerle antrenmana tabi tutulmuş olsam da bu şiddet sahneleri beni çok etkiledi. Etkilemesinin nedeninin şiddetin büyüklüğü kadar bunun zevkle, gururla anlatılması, hiçbir gerekçelendirmeye ihtiyaç duymadan uygulanmasıydı sanıyorum.<br />
<br />
<i>Eee, ne olacak şimdi ha?</i><br />
<br />
Kitabın ana fikrinin insanı insan yapanın özgür iradesi olduğu, yoksa otomatik bir portakala (dışı portakal gibi görünen ama için çarklardan oluşan bir alet) dönüşeceği, özgür iradeyle seçilen kötülüğün bile beynin yıkanması, zorlama veya başka bir yolla mecbur bırakılan bir iyilikten evla olduğu söyleniyor. Romanda buna benzer fikirler <i>Alex</i>'e uygulanacak ve kötülük yapma iradesini kaybettirecek tedaviye muhalefet eden din adamı tarafından dile getiriliyor. Yazarın tezi ne kadar asil olsa da aklıma takılan şeyler var. İnsanın özgür iradesini hiç bir şeyle, hatta kötülüğün ortadan kalkmasıyla bile, değişmeyen bir fikri gerçekten bir din adamı mı savunmalı? Din kavram olarak bütün bunlarla çok çelişen bir şey değil mi? İnsanı Pavlov'un köpeklere yaptığına benzer bir şekilde fiziksel olarak kötülük yapmamaya şartlamak yanlışsa zihinsel olarak da benzer bir süreç yürütmek yanlış değil mi? Eğitimin ve ahlakın da yaptığı da benzer bir şey değil mi?<br />
<br />
Aklımdaki bu sorular hakkındaki cevaplarınızı ve kitabın bin kere tartışılmış özellikleri dışında felsefesini irdeleyen kaynaklar hakkındaki tavsiyelerinizi bekliyorum. Ve sen, kitabı okumadan bu yazıyı okuyan asi, artık şoklara hazırsın, Otomatik Portakal'ı aklında bu sorularla okuyup bulduklarını buraya yazarsan beni mutlu edersin.</div>
BAhttp://www.blogger.com/profile/13539433863275164575noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-6955202729828850261.post-16447711983624076242015-10-08T23:50:00.001+03:002015-10-08T23:53:50.558+03:00Sözde Terörist<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEghRfvEz3lo_I-teA3R5aeiKnzxYkrZ0Vjm0dWvqTQLeXznwcweXNxu9bNc34iqsYO_a-2ldEXtkm4C5Onq3jallwtVQ31GITdWl4kCuQtmmOpzo4vvCWmm8Cq_xOYjDHvRD7sAP_0u4aY/s1600/so%25CC%2588zde+tero%25CC%2588rist.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="180" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEghRfvEz3lo_I-teA3R5aeiKnzxYkrZ0Vjm0dWvqTQLeXznwcweXNxu9bNc34iqsYO_a-2ldEXtkm4C5Onq3jallwtVQ31GITdWl4kCuQtmmOpzo4vvCWmm8Cq_xOYjDHvRD7sAP_0u4aY/s400/so%25CC%2588zde+tero%25CC%2588rist.jpg" width="400" /></a></div>
<br />
<div style="text-align: justify;">
Bir süredir gündemi takip etmiyorum. Beni kınamayın, kınayamazsınız da. Öncelikle kınanacak o kadar çok şey var ki sıra bana gelmez. Sonralıkla da olanlara can mı dayanır, nasıl takip edeyim!? Böyle bir insanın herhalde gündemle, siyasetle ilgili kitap okumasını da bekleyemezsiniz. Ben de okumuyordum zaten. En çok satanların da en iddialıların da kapağını dahi açmadım. Ben içim kararıyor diye Dostoyevski okuyamam, siz neden bahsediyorsunuz? Ama <b>İsmail</b> reis başka!</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bir gün söyleşisi ve akabinde imza günü olduğunu duydum, arada derede gittim. Kitabı imzalatırken ona da söyledim, valla ben televizyon izleyemiyorum, o programlardaki o tiplere iyi dayanıyor. Neyse kitap diyordum. <b>Sözde Terörist'</b>i okumak istiyordum ama bir yandan da yapamayacağımı düşünüyordum. Sonra bir cesaret başladım. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Sözde Terörist</b> terör suçunun nasıl iktidarın hoşuna gitmeyen her şey ve herkes demek olduğunu ve bu durumda hukukun en temel ilkelerinin nasıl da buharlaştığını anlatıyor. Sahte dellillerle, hatta dedil olmadan, hatta hatta ortada iddia bile olmadan insanların yıllarca nasıl tutuklu kaldığını biliyorsunuzdur. Bunun birkaç azılı muhalife veya şanssız bir grup vatandaşa kısmet olduğunu düşünüyorsanız çok yanılıyorsunuz. <b>Sözde Terörist</b> çok iyi düşünülmüş şekilde terör suçunun memleketteki tarihini ve teorik çerçeveyi anlayan bir bölümle başlıyor. Bu bölümde anlıyorsunuz ki başınıza böyle şeyler gelmiyorsa sizin pek muhalif olmamanız veya şanslı olmanız değil. Kitaba göre iktidar sizi düşman olarak tanımlamamışsa eh biraz daha güvendesiniz. Eğer düşmansanız, mesela Kürt'seniz, mesela solcuysanız, mesela Alevi'yseniz her an gümbürtüye gidebilirsiniz. Misla fotoğrafta gördüğünüz tek bacağı olmayan Salih Şimşek koltuk değnekleriyle hastaneye gitmeye çalışırken BDP'nin eylemi nedeniyle yolun kesilmesiyle hastaneye varamayıp yola oturmuş, engelli olduğu için oturduğu yerden kalkamamış, oturma eylemine katıldığı için de 6 yıl hapis cezası yemiş biri. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Böyle onlarca örnek var. Etkilendiğim tüm örnekleri anlatsam sıkılırsınız. Ama <b>İsmail Saymaz</b> anlatınca sıkıcı olmuyor. <b>Sözde Terörist</b>'i elime bir aldım… Garip bir zevk alarak okuyup bitirdim. Okuduğum sırada herkese kitaptan bahsettim. Kendimi verebileyim diye yolda belde değil sadece yatmadan önce okudum. Kitap o kadar rezil şeyler anlatıyor ki adığım bu okuma zevkini garip buluyorum.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Kitabın bu kadar kolay ve keyifle okunmasının iki nedeni var. Birincisi kitap kısa bölümler halinde fotoğraflar ve söyleşilerle desteklenmiş şekilde yazılmış. Bazı bölümler kendi içinde bütünlüğünü kaybetse de, mesela çocuklar diye başlayıp yine yetişkinlerin yaşadığı eziyeti anlatarak tamamlansa da , dikkat dağıtmıyor. Sık sık ara başlık kullanılması takibi çok kolaylaştırmış. Kitabın rahat okunmasının ikinci ve en önemli neden de İsmail Saymaz'ın anlatımı. Saymaz kısa, net, akıcı cümlelerle anlatmış. Okurken sıkılmıyor, cümlenin başını sonunu kaçırmıyor, teknik terimler ve bağlaçlar aragsında kaybolmuyorsunuz. Saymaz'ın anlatımında hepsinden çok hoşuma gidense kara mizahı oldu. Tam ayarında, tam yerinde durumun vehametini vurgulayan, ironi dolu; mesela:</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: justify;">
<i>Koca Salihli'de ''terörle mücadele'' denince akla, TEM Şubesi'nde görevli Süleyman Aydelik ve Savaş Güler gelmeyecekse kim gelecekti? Değil Salihli, bütün bir Manisa bile, ne o güne kadar ne o günden sonra böylesi ''külyutmaz'' ve ''işinin ehli''polislere şahit olmadı.</i><i> </i></blockquote>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: justify;">
<i>Süleyman ve Savaş'ın ''madalyalık'' mücadelesi, Haziran 2006'nın ilk günlerinde başladı. 8 Haziran 2006'da Asri Mezarlık'ta Ertuğrul Karakaya adlı gencin mezarı başında anma töreni yapılacağını haber almışlardı. Böyle bir ''komünistliğe'' izin vermeyi düşünmüyorlardı. Komünistler Salihli'yi boş mu bulmuşlardı! Kimse yoksa TEM Şubesi'nden Süleyman ve Savaş vardı. Bu bşr vatan göreviydi kuşkusuz…</i> </blockquote>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: justify;">
<i>Tarih gelip çattığında mezarlığın biraz uzağında saklandılar. Ellerinde kamera vardı ve gizlice çekeceklerdi. Kameralı kaydın yasal izni yoktu. Salihli'de yasa dediğin, Süleyman ve Savaş'tı. …</i> </blockquote>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: justify;">
<i>Mezarlıktaki anma ise görüntülenememişti.</i></blockquote>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: justify;">
<i>Fakat ilçede, Seyfullah Öselmiş gibi, yüreği TEM'den Süleyman ve Savaş'la birlikte çarpan bir savcı görevliyken, kayda ihtiyaç yoktu. Bir tutanak yeter de artardı. Savcı Öselmiş, ''kaybettiği oğlunu anan anne ve onun örgütünü'' çökertmeye and içmişti. (sayfa 137-141)</i></blockquote>
<div style="text-align: justify;">
Kitabı okuyup bitirince içime ''aman siyasi olaylara karışmayın evladım'' korkusuna benzer bir korku girdi. Çünkü bir kere t..ör dendi mi bittiniz, artık kuralın kanunun olmadığı bir arenadasınız. Önceden ne kadar bilsem de bir cahil cesareti varmış, cehalet mutlulukmuş. Siz de okuyun sizin de huzurunuz kaçsın. Belki böyle böyle bir gün rahatça istediğimizi düşünüp huzur içinde yaşarız.</div>
BAhttp://www.blogger.com/profile/13539433863275164575noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6955202729828850261.post-81556451393326602972015-09-10T20:40:00.001+03:002015-09-10T20:40:33.935+03:00Belalı Avukatlar<div style="text-align: justify;">
Bu yazıda iki romandan bahsedeceği: <b>John Grisham</b>'ın Türkçeye <b>Şirket</b> adıyla çevrilmiş romanı <b>The Firm</b> ve <b>Matthew Quirk</b>'in <b>The 500</b> adlı (Türkçesi 500) romanı. İki roman birer başlarına heyecanlı macera/polisiye romanları ama birlikte okuyucuya ilginç bir tecrübe yaşatıyorlar çünkü <b>The 500</b>, <b>The Firm</b>'e açıkça bir saygı duruşu (tribute). O zaman önce <b>The Firm</b> ile başlayalım:<br />
<br />
<h3>
The Firm</h3>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjKlNiZuToGDkCb7tK1bIpUo4pY-EN8PqLmJ2CkVtaUSeQvWzS7x30M8r9i2AP0Ea0w0P1C7Ee5uc2k5UxMC2lqlpKGkPrW6f5SsN2UyLSncWkh4y6BbB9mDAg0RAnRaG3sL4NEa7YoMlg/s1600/john-grisham-the-firm.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="211" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjKlNiZuToGDkCb7tK1bIpUo4pY-EN8PqLmJ2CkVtaUSeQvWzS7x30M8r9i2AP0Ea0w0P1C7Ee5uc2k5UxMC2lqlpKGkPrW6f5SsN2UyLSncWkh4y6BbB9mDAg0RAnRaG3sL4NEa7YoMlg/s400/john-grisham-the-firm.jpg" width="400" /></a></div>
<br />
<b>John Grisham</b> Missipi'de ceza avukatlığı yapmış, çalıştığı dosyalarda ve mahkeme salonlarında öğrendiği hikayeler nedeniyle yazarlığa merak sarmış. Daha sonra ABD Temsilciler Meclisi üyesi de olan <b>Grisham</b> yazarlık kariyerine geç girse de, ilk romanı defalarca yayıncılar tarafından reddedilmiş olsa da daha sonra en çok kazanan ve en çok yazan romancılardan biri olmuş.<br />
<br />
1992 yılında basılmış olan <b>The Firm, Grisham</b>'ın ilk yazdığı en popüler romanlarından biri. Fakir, ailesi parçalanmış ama aklı ve hırsıyla Harvard Üniversitesi hukuk fakültesinden mezun olmuş, çiçeği burnunda bir avukatın burnunun nasıl da boka battığını anlatıyor. Elemanımız <i>Mitch</i> güç, prestij ve hepsinden öte para için öyle bir hukuk bürosuna (yani <i>firm</i>) giriyor ki kısa sürede silahlı adamlar, FBI ajanları, dinleme cihazları, şüpheli ölümler hayatının sıradan parçaları haline geliyor.<br />
<br />
<b>Grisham</b> <i>Mitch</i>'in öyküsünü 3. tekil kişiyle anlatmış. Kullandığı dil polisiye-macera romanı için yeterince basit ve sürükleyici ama onu iyi bir roman yapacak kadar da güçlü ve edebi olmasa da keyifli. Ben <b>The 500</b>'ü <b>The Firm</b>'den önce okumuştum. O yüzden başıma neler geleceğini tahmin ediyordum. Bundan mı yoksa <b>The 500</b>'un çılgın temposundan mı bilmem <b>The Firm</b> bana biraz yavaş geldi. Hem öykünün ilerleyişi hem de aksiyon açısından yavaştı. Eğer bu tip kitaplarda ters yönde son hız giden arabalardan, patlayan camlardan, kırılan kapılardan, bol silah ve kandan hoşlanıyorsanız <b>The Firm</b> size bunu sunmayacak.<br />
<br />
Bence <b>The Firm</b>'ü ilginç yapan kitapta iyiler ve kötüler şeklinde iki tarafın değil üç tarafın olması. Üstelik mafyanın içine sızan polis, mafyaya ihanet eden iyi çocuk gibi bir klişe yok ortada. Hikaye çok ince ince düşünülmüş. Yazar avukatlığı da, bankacılığı da, vergi işlerini de, mafya pazarlığını da tadınla anlatıyor. Hiçbirinin detayına okuyucuyu bayacak kadar girmiyor. Konuyu çok iyi bilen birinin iyi özetleyebilmesi gibi... İnsanın parayla ve hırsıyla nasıl kandırılabileceğini de güzel özetliyor.<br />
<br />
Yalnız <i>Mitch</i>'le ilgili bazı sorunlarım da yok değil. Mitch ki süper çocuk gibi bir şey; akıllı, azimli, yakışıklı, hayat tecrübesine sahip, çalışkan… Nasıl oluyor da üstüne para ve daha çok para atarak onu cezbetmeye çalışan bu hukuk bürosunun ağına düşebiliyor? Nasıl bunun gerçek olamayacak kadar iyi olduğunu, işin içinde bir bit yeniğinin olduğunu düşünemiyor? Ayrıca başta böyle ölümcül bir hata yapan bir adam nasıl oluyor da sonra mafyacılıkta olanca tecrübesizliğiyle tam bir stratejist kesiliyor?<br />
<br />
<i>Özet: Orijinal fikir, akıcı dil, sürükleyici ama yavaş ilerliyor, aksiyon tarafı eksik ve insanın kafasında bazı sorular da oluşmuyor değil.</i><br />
<i><br /></i>
<i><br /></i>
<h3>
The 500</h3>
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi35jvotoP8H3I-kIBDW0iqHLRl2cWk69Il3_hYosS_8fn_2BRvjnUCxQNCGjmIxR2yEAQJ-KgFGHbxO6CcWiDhsr-EYFGcDlTbvAKGteCxQW_7Xyswt6rEy6JjHvH8fnIBB-4xw2xZEp8/s1600/500.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="198" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi35jvotoP8H3I-kIBDW0iqHLRl2cWk69Il3_hYosS_8fn_2BRvjnUCxQNCGjmIxR2yEAQJ-KgFGHbxO6CcWiDhsr-EYFGcDlTbvAKGteCxQW_7Xyswt6rEy6JjHvH8fnIBB-4xw2xZEp8/s400/500.jpg" width="400" /></a></div>
<br />
<div style="text-align: justify;">
<b>The 500</b> de <b>The Firm</b> gibi ailesi parçalanmış, parasızlık çeken genç bir hukuk mezunu var. Yalnız kahramanımız <i>Mike Ford</i> Mitch'ten biraz farklı. Onun gibi çalışkan, onun gibi zeki ama bence daha gerçekçi bir karakter. Mesela <i>Mike</i> ufak tefek de olsa suç geçmisi de olan, çıkarları için sınırları zorlayabilen biri. Mitch gibi çok parlak bir avukatken sadece lükse kapılarak mafyanın ortasına düşmüyor. Harç parasını ödeyemediği, bu yüzden belki de mezun olamayıp tüm emeklerini hiç edecekken Davies Group'tan bir teklif alıyor. Zaten o sırada kendisine iş verecek başka bir yer de yok.<br />
<br />
Davies Group dünyanın en güçlü 500 insanını elinde tutan bir danışmanlık/lobi şirketi. Bir kanun mu çıkartmak istiyorsunu Davies Group'a parayı veriyorsunuz onlar hallediyor. Biri hakkında her şeyi öğrenmek veya bir iş anlaşması mı yapmak istiyorsunuz, Davies Group hizmetinizde, siz paradan haber verin. Bu elbette Davies'e büyük bir güç veriyor. Burada garip olan Davies'in bunu nasıl becerdiği? İşte o soru zaten <i>Mike</i>'ın başına olmadık işler açıyor.<br />
<br />
<b>Quirk</b> kitabı birinci tekil kişinin ağzından biraz da konuşur gibi yazmış. <i>Mike</i> akıllı, eğitimli ama özünde bir arka sokak çocuğu olarak kendine has bir mizah anlayışı ve üslupla hikayesini anlatıyor. Bu Mike'ı benim gözümde daha etten kemikten biri haline getirdi. Mizah anlayışını da sevdim.<br />
<br />
<b>The Firm</b> ne kadar yavaşsa <b>The 500</b> bir o kadar aksiyon dolu. Çalıntı arabayla takla atmaktan kötü adamlardan soğuk suda yüzerek kaçmaya, dolapta kilitli kalmaktan binaları havaya uçurmaya ne ararsanız var. Çok sürükleyici ve heyecanlı. Yalnız bazen öyle şeyler oluyor ki iş Rambo Rus ordusuna karşı tadında bir şeye dönüyor. Buna pek kafayı takmamaya çalışırsanız zevkle okunuyor.<br />
<br />
Olay örgüsü de hoşuma gitti. Alışıldık bir mafya meselesinden farklı, yirmi yıllık acayip bir mesele, muazzam bir şebekeyle karşı karşıyayız. <i>Mike</i>'ın karşılaştığı ikilemler ve yaptığı tercihler, hele de finali pek güzel.<br />
<br />
<i>Özet: Kişilikli anlatımı ve temposuyla hoşuma gitti. 'Mike herkese karşı' seviyesindeki aksiyonunu pek çekici bulmasam da zevkle okudum. Ne yalan söyleyeyim galiba The Firm'den çok sevdim.</i></div>
BAhttp://www.blogger.com/profile/13539433863275164575noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-6955202729828850261.post-71819237814139440612015-08-05T21:36:00.001+03:002015-08-05T21:36:09.097+03:00Saatleri Ayarlama Enstitüsü<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj_u7Z_hF1js2VEgQVOaK8mNNVJezuPVlMI6Y9l32E0qqpt-x4_2KQb527W6XhuomOLkufLYWvAmFSoJn_cWvfj4fOMJA6fkLGBHMOhLxpCBjB1q5nE7V9KX6Ykm7kIrUhGVzRBjj_cKPE/s1600/sae.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="135" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj_u7Z_hF1js2VEgQVOaK8mNNVJezuPVlMI6Y9l32E0qqpt-x4_2KQb527W6XhuomOLkufLYWvAmFSoJn_cWvfj4fOMJA6fkLGBHMOhLxpCBjB1q5nE7V9KX6Ykm7kIrUhGVzRBjj_cKPE/s400/sae.jpg" width="400" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Son yıllarda nedeni bilinmez şekilde çok popüler olup kitapseverlerin elinden düşmeyen iki Türk edebiyatına ait eser var: Biri Kürk Mantolu Madonna diğer de Ahmet Hamdi Tanpınar'ın kaleminden <b>Saatleri Ayarlama Enstitüsü</b>.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Romanın adı aslında biraz yanlış yönlendiriyor; bu roman enstitü ve enstitünün çalışanları hakkında değil, romanın baş kahramanı Hayri İrdal hakkında. Roman İrdal'ın çocukluğundan başlayarak onu kendisi yapan ve <b>SAE</b>'nin (romanda da bu şekilde kısaltılıyor) iki numaralı adamı konumuna getiren insanları, ortamı ve olayları anlatıyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İrdal fakir ve hurafelerle dolu, geleneksel bir ortamda çocukluğunu geçiriyor. Babası silik ve pasif biri. İrdal'ın örnek alabileceği, ona yol gösterecek pek kimse yok etrafında. İrdal'ın okula ilgisi yok. Eğitim alabileceği tek kişi yanında çok kısa süre kalabildiği saat ustası. O şansı da ıslakaladıktan sonra bir de çok sevdiği ilk eşi ölünce İrdal bir boşluk ve sallantı içinde geçiriyor hayatını. Hep kendisini kurtaracak bir el bekliyor, tahlihsizlik ve kısmetsizliğine yanıyor, zamanını orada burada öldürüyor… Karşısına Halit Ayarcı çıkıyor ve İrdal'ın saat ve zamanla ilgili söylediği birkaç sözden feyz alarak yeni projesi olan <b>SAE</b>'ye yelken açıyor. <b>SAE</b> ne, ne işe yarıyor, neden diye sormayın. Tek bilmeniz gereken çok mühim ve lüzumlu bir müessese olduğu. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu romanın Türkiye'nin batılılaşma serüvenini taşladığı hakkında çok yazı okudum. İrdal şeyhlerin, hurefelerin, bilgisizliğin dolu olduğu bir ortamda büyüse de, SAE'nin modernliğinden, ilerlemeden, atılımdan bahsedilse de ben romanın ''modernleşme'' eleştirisi olduğunu düşünmüyorum. Bence bu roman moderncilik olsun gelenekselcilik olsun değişmeyen bir kafa yapısını tiye alıyor. Bu kafa şekilci, gösterişçi, iki yüzlü, çıkarcı, kolaycı bir kafa. Çünkü hazır lopçuluğu, tembelliği ve iki yüzlülüğü İrdal'ın <b>SAE</b> öncesi geleneksel diyeceğimiz hayatındaki pek çok karakter de görüyoruz. Hatta <b>SEA</b> gibi müthiş bir boş beleşliğin Batı başta olmak üzere tüm dünyada popülerleşmesi de bizim batılılaşmamızın sakatlığından ziyade bu durumun insanlığın sorunu olduğunu gösteriyor.<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/TvJV5dJ6gf4" width="560"></iframe><br />
<br />
<b>SAE</b>'nin en güzel tarafı <i>[spoiler]</i> ne <b>SAE</b> binasının saçma sapan şekilde bu konuda en ufal liyakata sahip İrdal tarafından tasarlanmasını destekleyen <b>SAE</b> çalışanlarının söz konusu kendi kooperatifleri olunca isyan etmesi ne de İrdal'ın ikinci eşi Pakize'nin verdiği röportajda çelimsiz ve okumamış İrdal'ı ata binip müzaik aleti çalan ve şiirden hoşlanan bir salon erkeği olarak tarif etmesi <i>[spoiler]</i>, en güzeli Tanpınar'ın üslubu. Kara mizahın en koyusunun tatlı-acı tadı damağınızda kalarak okuyorsunuz. Bazen öyle bir şey söylüyor ki (mesela memleketten hiç gitmeyen hürriyetin habire yeniden gelmesi!) hem fikrin, hem söyleyişteki inceliğin, gücün ve kıvraklığın karşısında selam duruyorsunuz. İçi tıka basa dolu olan bu söyleyişi okuyup geçmek mümkün değil, düşünmeniz, aklınızı vermeniz, dikkat etmeniz gerekiyor. Bu yüzden okuyucuyu da koşturan, pek de kolay okunmayan bir kitap. Yalnız hangi iyi kitap emek istemiyor ki? Emek verilmiş bir yazıyı okumak da emek ister bence.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
Romanın bence tek aksayan tarafı, temposu. İlk 80-90 sayfa yavaş ilerliyor ve yukarıda bahsettiğim emek isteyen anlatımla birleşince yıldırıcı olabiliyor. Sıkın dişinizi. Ayrıca bu roman için <b>Tanpınar</b>'ın diğer romanlarının (özellikle <i>Huzur</i>) yanında abartılmış (over-rated) diyenler de var. Ben <b>Tanpınar</b>'ın diğer romanlarını okumadım ama hemen herkesin en sevdiği romanın SAE olmasını da abartılı buluyorum. Özellikle çalışma hayatına atılıp bazı şeyleri görmeden insanın kendinden bir şeyler bulacağı, ''gerçekten de yaa!'' diyeceği bir roman değil. Bu konuda bir edebiyat profesörünün bütün çocuklar sosyal medyada en sevdiğimiz kitap <b>SAE</b> diyorlarmış, tabi öyle derler başka kitap okumamışlar ki onu da biz zorla derste okuttu başka şeyler okusalar onu da severler mealinde bir açıklamasını duymuştum. Hocaya hak veriyorum. Gerçekten sıkı roman ama biraz sakin olalım :)<br />
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Ben <b>Saatleri Ayarlama Enstitüsü</b>'nün okuyucu açısından gidişini bir trene benzetiyorum. Çok ağır hareketlerle başlıyor, bir süre çıkardığı sesin ve deviniminin hakkını veremeyen bir hızla gidiyor sonra rayına oturup güçlü şekilde ilerliyor. Son durağa geldiğinizde güzel bir yolculuk geçirmiş olarak, halinizden memnun ama yolculuktan yorulmuş şekilde trenden iniyorsunuz. Tavsiye ediyorum. </div>
BAhttp://www.blogger.com/profile/13539433863275164575noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-6955202729828850261.post-67229716818582426552015-07-11T10:30:00.004+03:002015-07-16T10:28:35.913+03:00Parfümün Dansı<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgAIgljAvUTKwMTmO0mRrD-pNjkyHo75iI-W9bQgI4LqMRIymJP3WnhzVM6fvYOr41HpRg1dDsLRikzPoZyvOW3x8e3LVxUAa8arYhq4I3Re2yzLEs9k9v8OTJy1WGorHraCiQpsiQSPR8/s1600/parfu%25CC%2588mu%25CC%2588n+dans%25C4%25B1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="310" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgAIgljAvUTKwMTmO0mRrD-pNjkyHo75iI-W9bQgI4LqMRIymJP3WnhzVM6fvYOr41HpRg1dDsLRikzPoZyvOW3x8e3LVxUAa8arYhq4I3Re2yzLEs9k9v8OTJy1WGorHraCiQpsiQSPR8/s400/parfu%25CC%2588mu%25CC%2588n+dans%25C4%25B1.jpg" width="400" /></a></div>
<br />
<div style="text-align: justify;">
Bazı romanlar var ki bir dönem bir çevrede çok püpüler oluyor, okumayanlar kınanıyor, kendilerini eksik hissediyor. <b>Tom Robbins</b>'in <b>Parfümün Dansı</b> adlı romanı da işte böyleydi. Bu romanı okuyan arkadaşlarım <b>Robbins</b>'in diğer kitaplarını da okumaya başlıyor, bana da sürekli bu romanı övüyordu.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Sonunda yurtdışına uzun süreli gitmeden önce yanıma Türkçe bir şeyler almak için kitapçıda dolaşırken <b>Parfümün Dansı</b>'nı gördüm ve bilinçaltıma yerleşmiş ''iyi kitap'', ''çok güzel'', ''orijinal'' fikirleri bana kitabı aldırdı.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Roman iki izlekten oluşuyor, birinde belki bugünden bin yıl önce ölümden kaçan, yaşamaya aşık bir çiftin, Alobar ve Kudra'nın macerasını okuyoruz. İkincisi ise günümüzde parfüm sevdalısı bir grup insanla ilgili. Bunlar birbirlerinden habersiz Kudra'nın parfümünün formülünün peşinde koşuyorlar. Kıtaları, çağları aşan bir macera başlıyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Roman çok yaratıcı, masalsı bir kurguya sahip. Sadece kurgusu değil anlattığı fikirler de ilginç. İnsan sırf ölmeyi unuttuğu için ölümsüz olabilir mi? Duygular ve akıl mutlaka birbiriyle çelişir mi? Tanrı Pan'ın (evet romanda o da var) gücünün azalışı, hırçınlaşıp sıradanlaşması, insanların kendi tanrılarını kendilerinin yaratıp yok etmesi, insanın doğayla ve duygularıyla olan ilişkisi ve modern çağların ruhuyla ilgili çok şey anlatıyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Romanın anlatımı da neşeli. Bazen yazarın yaptığı şakalar bazen kurduğu absürd sahneler insanı gülümsetiyor. Kafa yapacak şey bulamayınca çarığı dürüp tüttürmeye başlamak komik değil mi? </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Yine de romanı beğenmedim (haydaaa). Çünkü okumaya çok konsantre olduğum, her gün mutlaka okumak için özellikle zaman ayırdığım bir dönemde bile romanı bitirmekte çok zorlandım. Çok ilginç ve hızlı başlayan roman henüz ortasına geldiğimde sıkıcılaşmıştı. Öykü akmıyor, roman beni sürüklemiyordu. Olaylar bir bekleme veya tekrar etme halindeydi. Sonuna kadar da böyle devam etti. Kitabı aynı zamanda okuduğum arkadaşım romanı bitiremedi. Bense gerçekten o dönemki müthiş okuma şevkimle bitirebildim. Final de mutlu ve etkileyicilikten uzaktı.<br />
<br />
Şimdi bu kitabı okuyuşumun üstünden yıllar geçti ve elime alıp sayfalarını karıştırdığımda birkaç sahne dışında bende iz bırakmadığını görüyorum. <b>Robbins</b> kötü bir yazar mı? Asla. <b>Parfümün Dansı</b> kötü bir roman mı? Hayır. Bende iz bırakmayan, yükseltilen beklentilerle okunmaması gereken, çok sevenlerin bile okumaya devam etmekte zorlandığı bir roman o kadar.</div>
BAhttp://www.blogger.com/profile/13539433863275164575noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-6955202729828850261.post-77857853551893450352015-06-16T09:16:00.000+03:002015-06-17T23:02:41.159+03:00Yeraltında Kırk Beş Sene: Bir Maden İşçisinin Anıları<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhCTT0ZBO4Lsu8v-X44cDajXF4ZnFeHZ-yDF5aAUo7GSQ6fKOyogP1ORKFN9w76zpmST0yNRL1L9uECXdEjhY4mrfEc1KE7LdMo48k6AFDifleq34_FqrNI6rSOIkKZRo4VlXj7KlSkPPA/s1600/yeraltinda-kirk-bes-sene-778539-Front.jpeg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhCTT0ZBO4Lsu8v-X44cDajXF4ZnFeHZ-yDF5aAUo7GSQ6fKOyogP1ORKFN9w76zpmST0yNRL1L9uECXdEjhY4mrfEc1KE7LdMo48k6AFDifleq34_FqrNI6rSOIkKZRo4VlXj7KlSkPPA/s400/yeraltinda-kirk-bes-sene-778539-Front.jpeg" width="276" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
Adından da anlayacağınız gibi bu kitap bir anı kitabı ama alışık olduklarınızdan değil. Bu kitapta ünlü birinin anıları veya çok mühim bir olaya dair anılar anlatılmıyor. Bu kitap ancak kazalarla gündeme gelebilen, yüz yıldan fazladır onbinlerce insanın ekmek teknesi olmasına rağmen edebiyatımızda silik bir gölge olarak kalmış bir konuyu işliyor: maden işçileri.<br />
<b><br /></b>
Evvela kitabın yazarı önemli. <b>Ahmet Naim</b> 1921-1967 yılları arasında Zonguldak'ta maden ve madencilerle iç içe çalışmış bir yazar. Hem de önemli bir konuya parmak basan çoğu yazarlar gibi düşünceleri ve yazdıkları nedeniyle 3 kere tutuklanmış, yayınlanmamış tüm eserlerine 1971 sıkıyönetimi tarafından el konulmuş ve iade edilmemiş bir yazar.<br />
<b><br /></b>
Evrensel Basım Yayın'ın yaptığı baskıda iki küçük kitap yer alıyor. <b>Yer Altında Kırk Beş Sene</b> 1936 yılında Bartın gazetesinde tefrika edilmiş bir kitapçık. Kitap Devrek'in Çomaklar köyünden Ethem Çavuş'un 1886-1931 yılları arasındaki madencilik anılarından oluşan bir anı-röportaj. İkinsici de <b>Bir Yudum Soluk</b> isimli 945 yılında Yedigün dergisinde tefrika edilmiş, Ethem Çavuş ve Ahmet Çavuş'un anılarının öykülenerek anlatıldığı bir eser. Bize yıllar öncesinden birinci ağızdan bilgi taşıyan, benzerinin olmadığını tahmin ettiğim önemli bir kitap.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Kitaptan çok etkilendim. Aslında kitabı okumaya başlamadan önce hazırlıklıydım, çok fena şeyler okumayı bekliyordum ya da ben öyle sanıyordum. Çok yanılmışım çünkü ne kadar da olsa Osmanlı Devleti'nin son döneminde bu topraklarda kölelik kurumu olduğunu öğrenmeyi beklemiyordum. Bu dönemde bölge insanları zorla Fransız sermayesinin açtığı ocaklarda, hiçbir hakka sahip olmadan, hatta yatacak bir yerleri bile olmadan, karın tokluğuna, ölümüne çalıştırılmışlar. Eskaza ellerine para geçecek olursa o da kelle vergisine gitmiş. Cumhuriyetten sonra ise bu sefer sömüren devlet olmuş, o ayrı.<br />
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj1_PmDIKpeC59n9SiFYTxVB-CPSohPOVFRQ7h9nsLrcBogwD6_CDbgTozameNuvBfJAZggDaw2mrzaul_98TKoG-MQI4lW4FUvtjoSy0Sv8T8CR-y_qweF-sjPWTsp4o40aF6YWfVDJ-0/s1600/ethem-cavus-ile-yeraltinda-45-yil187bb0441208a100da7d.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="212" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj1_PmDIKpeC59n9SiFYTxVB-CPSohPOVFRQ7h9nsLrcBogwD6_CDbgTozameNuvBfJAZggDaw2mrzaul_98TKoG-MQI4lW4FUvtjoSy0Sv8T8CR-y_qweF-sjPWTsp4o40aF6YWfVDJ-0/s400/ethem-cavus-ile-yeraltinda-45-yil187bb0441208a100da7d.jpg" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><i>Kitaptaki ilk fotoğraf; arabalar ve raylar tahta, ayaklar yalın.</i></td></tr>
</tbody></table>
<br />
Kölelik lafımı fazla bulanlar olabilir. Kölelik "kara derililere" özel, ancak şeker kamışı tarlalarında olan veya ayağa zincir vurulmadan işlemeyen bir sömürü değil. Kitapta işçilerin gazlı sulardan şişmiş tabanları kırbaçlanarak uyandırıldığı, işçiye kalacak yer verilmediği, her işçinin kalacak yerini saz ve çamurla kendisinin yaptığı, yapamayanların açıkta yattığı, ödemelerin kalay, basma gibi pazarda para etmeyen şeylerle yapıldığı, madenden kaçanların yakalanıp geri getirildiği yazıyor. Bunlar size de köleliği anımsatmıyor mu?<br />
<br />
Kitapta anlatılanları gözünüzde canlandırmanıza yardımcı olan fotoğraflara yer verilmiş. Kitap yerel-madenci jargonu ve ağzıyla dolu. Bu kitabın bu sade ve yerel anlatımı kitabı özgünleştirmiş. <b>Ahmet Naim</b>'in anlatımı aynı zamanda çok etkileyici. Anlattıkları zaten çok dokunaklı şeyler ama onun şiir gibi ritmik ve süslü demeyeyim ama incelikli dili, kitabın beni daha çok etkilemesine neden oldu.<br />
<br />
Kitapta çarpıcı bulduğum, herkese anlatmak istediğim çok şey var. Mesela para karşılığı maden bacalarında biriken grizuyu patlatıp şanslıysa kalan, çoğu zaman ölen fedailer, mesela şimdi kadınlara her türlü acizliği yakıştıranlara inat ileri yaşlarında yer altında çalışan kadınlar, mesela daha 14 yaşında göçükte kalıp havasızlıktan kazmasını ısırarak kulaklarından kan akıtarak ölen çocuklar... Ama buna ne yerim yeter ne de <b>Ahmet Naim</b> gibi anlatabilirim. <b>Yeraltında Kırk Beş Sene: Bir Maden İşçisinin Anıları</b> 119 sayfalık minicik bir kitap. En iyisi siz okuyun, okutun.</div>
BAhttp://www.blogger.com/profile/13539433863275164575noreply@blogger.com6tag:blogger.com,1999:blog-6955202729828850261.post-22700632377461256372015-05-30T15:51:00.000+03:002015-05-30T15:51:47.601+03:00Baba Evi, Avare Yıllar ve Orhan Kemal Müzesi<div style="text-align: justify;">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjSv3FRUyA705wHvp4jYCVckpb-556zK6IDDBrauoin7pVtEd6X2qqUuWsykfr6pT1B7WQQdxLQSRuUXB4W2Os3BkT6UIfbW8zWACwxXa__DpKsNf7NjE1N38wFjrMWFDfSpHnMU8hbzjo/s1600/IMG_0420.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="300" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjSv3FRUyA705wHvp4jYCVckpb-556zK6IDDBrauoin7pVtEd6X2qqUuWsykfr6pT1B7WQQdxLQSRuUXB4W2Os3BkT6UIfbW8zWACwxXa__DpKsNf7NjE1N38wFjrMWFDfSpHnMU8hbzjo/s400/IMG_0420.JPG" width="400" /></a></div>
<br />
<br />
Mehmet Raşit Öğütçü nam-ı diğer <b>Orhan Kemal</b> ile Nazım Hikmet'in yolu mapusta kesişmiş. Orhan Kemal şiirlerini Nazım Hikmet'e okur o da pek beğenmezmiş. Nazım Hikmet bir gün Orhan Kemal'in bir öyküsünü dinlemiş ve şiirle uğraşmamasını mutlaka öykü yazmasını tavsiye etmiş. Orhan Kemal'in şiirlerini okumadım Nazım şiir meselesinde ne kadar haklıydı bir şey diyemem ama öykü anlatma konusunda Nazım haklıymış. Orhan Kemal iyi ki yazmış. Neden bu yaşıma kadar Orhan Kemal okumamıştım, neden kimse beni bu yüzden kınamamıştı bilmiyorum.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Orhan Kemal'i seven bir arkadaşımın övgüleri kulağımın bir köşesinde kalmış; artık bir romanını okuyayım dedim. Hem edebiyatını hem de onu tanımak için otobiyokgrafik romanlarından oluşan <b>Avare Yıllar</b> serisinin güzel olacağını düşündüm. Yazarın çocukluk yıllarını anlatan <b>Baba Evi</b> ve aynı baskıda yer alan, yazarın gençlik yıllarını anlatan <b>Avare Yıllar</b> romanlarını okudum. Küçük Adamın Romanı serisinin üçüncü kitabı Cemile'yi hemen listeye ekledim.<br />
<br />
<h3>
Baba Evi</h3>
</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Baba Evi</b> Orhan Kemal'in Adana'da geçen çocukluk ve ilk ergenlik yıllarını anlatıyor. Önemli ve sert bir babanın ve merhametli bir ananın oğlu olan Orhan Kemal çiftlik hayatının keyfini sürerek başlıyor hayata. Babasından da az çekmiyor. Babasının siyasi faaliyetleri artık Türkiye'de barınma imkanı kalmayınca aile Lübnan'a göçüyor. Böylece hasretlik, yabancılık başlıyor. Zamanla aile elindekini avucundakini tüketiyor, yavaş yavaş fakirliği de aşan bir yokluk içine düşüyor. Önemli adamın çiftliklerde yetişen bey oğlu olmaktan, lokanta komiliğine boş gezenin boş kalfalığına kadar çeşitli hallere giriyor. En çok da top peşinde koşuyor Orhan Kemal.<br />
<br />
<h3>
Avare Yıllar</h3>
<br />
Avare Yıllar Orhan Kemal'in gençlik yıllarını, kendini bulma sancısını anlatıyor. Futbol peşinde koşarken fakirlkten, çaresizlikten, itilmişlikten bunalan ve Adana'ya dönerse eski günlere de dönebileceğini, daha da önemlisi babasının baskısından kurtulabileceğini uman Orhan Kemal zar zor Adana'ya dönüyor. O zamanlar edindiği güngörmüş bir arkadaşının söylediği gibi sorun kendisinde, zora gelememesinde, sebat edememesinde ama onun bunu anlamasına çok var. Önce ırgatığı beceremeyişini, işçiliğe cesaret edemeyişini görüyoruz sonra İstanbul'da şansını deniyor ama yine tutunamıyor. Fabrikada düşük ücretli bir memurluk ve daha önemlisi aşk küçük adamın hayatında yeni bir sayfa açıyor… Sanıyorum devamı Cemile'de.<br />
<br />
İki romanda da yazarın diline bayıldım. Son derece doğal, akıcı diyaloglar beni hüzünlendirdi, güldürdü, sanki yanımda konuşuyorlarmış, seslerini duyuyormuşum gibi oldum. Güçlü anlatımıyla Orhan Kemal Adana'nın sıcağını da, aç bir midenin kazınmasını da, bir dükkanın arka bölümünde içilen şarabın mahmurluğunu da yaşattı. Anlattıkları zaten kendi başından geçen veya tanık olduğu, insancıllığı ve gözlem gücüyle kavradığı şeyler. O yüzden romanlarda kısalığından ve sade anlatımından beklenmeyecek bir derinlik ve doku vardı.<br />
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjrlXvtsdGodSeoj6ObaSKRPBnoB9XyBM0RFaBzXJev0DVlODW3atfcErU6qlgZo5v_MORlxztfnj7SbbTtEyytMEvWOC0Sh8eHNVpYxyN6ddVKovFLNUkDJ7AR32vf03n-dBlYN0Ceg-I/s1600/orhan+Kemal.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="300" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjrlXvtsdGodSeoj6ObaSKRPBnoB9XyBM0RFaBzXJev0DVlODW3atfcErU6qlgZo5v_MORlxztfnj7SbbTtEyytMEvWOC0Sh8eHNVpYxyN6ddVKovFLNUkDJ7AR32vf03n-dBlYN0Ceg-I/s400/orhan+Kemal.jpg" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><div style="text-align: right;">
İşte bahsettiğim palto.</div>
<div style="text-align: right;">
<i>Kaynak: www.orhankemal.org</i></div>
</td></tr>
</tbody></table>
<br />
<h3>
Orhan Kemal Müzesi</h3>
<br />
Bunun üzerine yapılacak en güzel şey Cihangir'deki <b><a href="http://orhankemal.org/v04/muze_tr.htm">Orhan Kemal Müzesi</a></b>'ne gitmekti. Taksim'den yürüyerek 10 dakikada varabileceğiniz müze aslında 2 odalı küçük bir sergi. İlk bölümde fotoğraflar, Orhan Kemal'in romanları, bazı yaşızmaları ve özel eşyaları var. Bu odada göredüğüm fotoğraflar bana bunlar nasıl ortamlar dedirtti. Bir karede Haldun Taner diğerinde Halit Kıvanç bir başkasında Nazım Hikmet. Nazım Hikmet'in hapisten Orhan Kemal'e yazdığı mektupla Orhan Kemal'in eşine yazdığı mektubu okumak çok güzeldi. İkinci oda ise yatak ve çalışma odası olarak tanzim edilmiş, Orhan Kemal'in meşhur paltolarına, kitaplığına, daktilosuna, plaklarına ve pek çok özel eşyasına ev sahipliği yapan bir oda. Burada da Orhan Kemal neler okumuş, el yazısı nasılmış, siyah-beyaz foroğraflarda gri görünen paltosu balıksırtı desenliymiş diye diye dolaştım. Yazdıklarıyla benim için zaten bir isim değil bir insan olan Orhan Kemal'in artık kanlı canlı bir adam olduğunu söyleyebilirim.<br />
<br />
Baba Evi ve Avare Yılları okumuş olmak müzenin benim için anlamını kat kat artırdı. Keşke Cemile'yi de okumuş olsaydım dedim. Şimdi Cemile'yi okumak daha da zevkli olacak. Eğer Orhan Kemal'i okuyup sevdiyseniz müzeyi ziyaret etmenizi tavsiye ederim. Eğer müzeyi gezmeye niyetliyseniz Orhan Kemal'in hayatını şöyle bir araştırmanızı veya Küçük Adamın Romanı serisini okumanızı daha şiddetli tavsiye ederim. Ben makinamı yanıma almayı unutmuştum ama fotoğraf çekmek serbest. Müracaat müzenin alt katında bulunan <b>İkbal Kahvesi ve Kitabevi</b>'ne, giriş 5 lira.</div>
BAhttp://www.blogger.com/profile/13539433863275164575noreply@blogger.com7tag:blogger.com,1999:blog-6955202729828850261.post-18844527992948233342015-04-28T22:15:00.000+03:002016-07-28T23:27:02.580+03:00Kıyıya Vuran Deniz Kabukları<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEip3P8WTvWqORQi9gUmHWzxj4uGGnRwukp_s0HlxIuegjnTrd6kdUPZdmmHe7F9YXguK9gVw5qjCrqKu0G-AvkeOriDSeJHP0HmM_GIWWM5oH_l8GwGNqIukp_CjTIORdv3EfxE-WCTyVU/s1600/k%C4%B1y%C4%B1ya+vuran.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="335" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEip3P8WTvWqORQi9gUmHWzxj4uGGnRwukp_s0HlxIuegjnTrd6kdUPZdmmHe7F9YXguK9gVw5qjCrqKu0G-AvkeOriDSeJHP0HmM_GIWWM5oH_l8GwGNqIukp_CjTIORdv3EfxE-WCTyVU/s1600/k%C4%B1y%C4%B1ya+vuran.jpg" width="400" /></a></div>
<br />
<div style="text-align: justify;">
<b>Kıyıya Vuran Deniz Kabukları</b> romanın kapağıyla size huzurlu, hafif, denizli ve sakin bir his veriyor. Kitapla ne kadar ters, ne kadar uyumsuz. Bu roman bir aile ve onun başına gelen feci bir olayı anlatıyor. Denize tepeden bakan kocaman bir ev, genç bir çift, sevimli kızları… Ailenin annesi bu eve yerleşmek, kasabaya taşınıp Londra'daki hareketli hayatından kopmak hiç istemiyor ama ailenin huzuru için kabulleniyor ya da en azından kabullenmeye çalışıyor. Aileye yeni bir üyenin katılmasıyla işler yolunda gider gibi görünürken kokunç bir olay oluyor. Bu olayda ailedeki herkes biraz suçlu, biraz sorumlu. O dakikaya kadar saklana sırlar, içe atılanlar, biriktirilip söylenemeyenler bu olayla aileyi parçalıyor. Ailenin en küçük kızı büyüyüp de bir bebek beklediğini öğrenince geçmişle de yüzleşmeye başlıyor. Roman da bu olayı ve yüzleşmeyi anlatıyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Romanın sevgi pıtırcıklarının basit sorunları dayanışma ve sevgiyle aşma hikayesi olmaması beni ümitlendirdi. Yalnız roman çok yavaş ilerliyor. Olaylar geriye dönüşlerle anlatıldığı için de biraz böyle ama ilk 100 sayfayı okuduğunuzda hala ana mesele hakkında bir şey öğrenmemiş oluyorsunuz. Başkahramanımız Dora biriyle buluşmaya gidiyor, geri dönüşlerle buluşma sahnesine ancak 100 sayfa sonra gelebiliyoruz. <b>Hannah Richell</b>'in anlatımı akıcı ve sade o yüzden sayfalarca okumak kolay. Sorun 600 sayfa okumak değil. Hikaye sayfalara yayıldıkça seyreliyor. Tek bir olay ve ona bağlı birkaç ufak sürprizden ibaret romanın her detayı o kadar uzun tutulmuş ki hiçbir şeyin heyecanı kalmıyor. Zaten hiçbir şey tahmin edilemez değil. Böyle uzayınca vuruculuğu da kayboluyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Romanla ilgili içime sinmeyen diğer konu da romanın sonu. [spoiler]Dora öyle saçma şekilde büyük bir bedel ödemiş ki bence kimse iki göz yaşına, bir buluşmaya her şeyi sindiremez. Başta dediğim gibi bu romanın pembe romanlardan olmaması hoşuma gitmişti ama bu da mutlu sonla bitti. Bu kadar drama kestikten sonra mutlu son nereden çıktı? Böyle bir zorunluluk mu var? [spoiler]</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Her şeye rağmen insana ben olsam ne yapardım, kim suçlu, nasıl olsa farklı olurdu diye düşünüyor. Birkaç karakter güzel kurulmuş, ruhsal değişimleri izlemek zevk veriyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Romanın orjinal dili İngilizce. Çevirisi okuma zevkini kaçıracak kadar kötü değil fakat buram buram çeviri kokuyor. Hatta bazı yerlerde orjinal metni görmeden bile hatalı çeviri yapıldığını görüyorsunuz. Mesela <i>to sand</i> (zımparalamak) fiili düşünülmeden yerleri kumlamak diye, cenazeden bahsedilirken <i>service</i> kelimesi tören yerine servis diye çevrilmiş. Buna benzer başka örnekler de var. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Özet geçiyorum; 600 değilde 300 sayfa olsa ve sonu farklı olsa beni etkileyen, karakterleriyle akılda kalan bir roman olabilirdi. Direkten döndü.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: white; font-family: "trebuchet ms" , "trebuchet" , "verdana" , sans-serif; font-size: 14px; text-align: left;">Not: Bu kitap Kitap Notları'nda yer alması için Orkinos Yayınları tarafından gönderildi. Yorumlarımın objektif olmasına özen gösterdim. Hem gönderi hem de anlayışları için teşekkür ederim.</span><span style="font-family: "trebuchet ms" , "trebuchet" , "verdana" , sans-serif; font-size: 14px; text-align: left;"><br /></span></div>
BAhttp://www.blogger.com/profile/13539433863275164575noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-6955202729828850261.post-34748014946628218212015-04-19T21:36:00.001+03:002015-04-27T22:56:54.449+03:00Masumiyet Müzesi: Roman ve Müze<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgqpBjco3vj3NEegon-m2OJJIx7l1zAb6lAQs3fJJPu1so4u_-cQvavTxVZUG3SWsLMBV-ameS_eQAZIkM1_HUusUHJybN9P19vOnU3by9uQ2MZR_A7sshfK8rRLxU91NRZC_yhcFFvfK0/s1600/IMG_0285.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgqpBjco3vj3NEegon-m2OJJIx7l1zAb6lAQs3fJJPu1so4u_-cQvavTxVZUG3SWsLMBV-ameS_eQAZIkM1_HUusUHJybN9P19vOnU3by9uQ2MZR_A7sshfK8rRLxU91NRZC_yhcFFvfK0/s1600/IMG_0285.JPG" height="300" width="400" /></a></div>
<h3>
<b>Roman</b></h3>
<div style="text-align: justify;">
<b>
Masumiyet Müzesi</b> <b>Orhan Pamuk</b> Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldıktan kısa süre sonra çıkmıştı. Her yerde Pamuk ve onun kitapları konuşuluyordu. Hiç Pamuk kitabı okumamıştım. İşsizdim. Kitapçıları gezerken gözüme takıldı, alıverdim. Bütün bunlar çok zaman önceydi.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Masumiyet Müzesi </b>geçmiş zaman İstanbul'unu, onun orta ve üst sınıf insanlarını ve zengin oğlanla orta sınıf kısın garip aşkını anlatıyordu. Her şey güzel başladı ama kısa sürede sanki bal havuzunda yüzmeye başladım. Çiftimizin yasak aşkı çok kısa sürmüş, <i>Kemal Basmacı</i>'nın uzak akraba kızı <i>Füsun Masume Keskin</i>'e hissettiği biraz karanlık biraz naif tutku her tarafı kaplamıştı. Kemal Füsun'a ulaşamadıkça içine kapanıyor, büyük acı çekiyor, acısını Füsun ile ilgisi olan veya olabilecek her şeyi toplayarak dindirmeye çalışıyordu. Füsun'un içtiği sigaranın izmaritinden uzun süre elinde tuttuğu tuzluğa kadar her şey Kemal'in koleksiyonuna giriyordu. Pamuk bu sırada 50, 60 ve 70'lerin İstanbulu ve insanlarıyla sayfaları yıkıyordu. Yedikleri yemekteki minik bir detay o insanların batı ile doğu arasında kalmışlıklarını anlatıyor, dönemin bir adeti geçmişteki bir zorunluluğun bıraktığı alışkanlıktan besleniyor, eski insanların zamanlarını birbirine bağlıyordu.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiX4g-p7YvTXAVSWPWMoC_COw2YOI1VWcBfHPSzhFDvXvPyUX9u-x1-gdW1zQVpjv64iN0PKpm7s5ecFIKjfI8TFlJSlPSyztHlnCUKlPGrakUm0VGI1kODofPk3yoRaIX8CQKHBevTTZc/s1600/IMG_0271.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiX4g-p7YvTXAVSWPWMoC_COw2YOI1VWcBfHPSzhFDvXvPyUX9u-x1-gdW1zQVpjv64iN0PKpm7s5ecFIKjfI8TFlJSlPSyztHlnCUKlPGrakUm0VGI1kODofPk3yoRaIX8CQKHBevTTZc/s1600/IMG_0271.JPG" height="300" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Her dilde Masumiyet Müzesi. Türkçesi okunmaktan parçalanmıştı.</td></tr>
</tbody></table>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bir süre sonra romanın ilerlemediğini, Kemal'in tutkusu ve nostalji içinde saplanıp kaldığımı hissetmeye başladım. Pamuk'un anlatımı benim için su gibi akıp giden türden değildi. Mesela Sebahattin Ali hiçbir şey anlatmasa bir ceketi, bir bulutu anlatsa, havadan sudan bahsetse nefes almadan okurum. Ama Pamuk'tan o tadı da alamıyordum. Kemal ve Füsun'la ilişksi benim anlayamadığım hadi hastalıklı demeyeyim ama çok çok sürdürülemez ve gario bir hal almıştı gözümde. Hiç adetim olmadığı halde romanın bazı sayfalarını atladım. Birkaç sayfa da değil. Bazen 3 bazen 5 sayfa atlıyordum ama hiçbir değişiklik olmuyordu. Kaç bölüm kaçırırsanız kaçırın kaldığınız yerden devam edebildiğiniz bir pembe dizi gibi…</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Sıkıntımın nedenini son bölümlere doğru anladım. Pamuk sanki bir roman değil de katalog yazmıştı. Benim pek ehemmiyet vermediğim çatallar, rujlar, peçeteler, biletler, dondurma külahları sayfalarca anlatılıyordu. Bunlar Kemal'in tutku ve saplantısının nişaneleriydi belki. Belki de aynı şeylerin farklı eşyalar vesilesiyle kırk kere anlatılması durumu anlatmaya, romanda anlam ile şekli birleştirmeye, okuyucuya o ruh halini yaşatmaya yarıyordu. Yalnız bendeki etkisi dikkatimin dağılması, sıkılmam, daralmam oldu. Şiddetli şekilde Pamuk'un romanı tüm bu eşyaları tek tek anlatmak için yazdığını, lafı her bir parçaya yer vermek için gereksiz uzattığını hissediyordum. Bu romanın müzesi kurulmayacaktı; müzenin romanı yazılmıştı. Romanı beğenmedim.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<h3>
<b>Müze</b></h3>
<div style="text-align: justify;">
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiIQ7xvtaL0gMBZ_K7-qQfpBQUGmJQESg2HJRcbR-qhhXleLig8GThn5yaRor8biAcw-aHQyZuV64I4im-Ey8qK40HRP1dtmtS3unvg437SD5woM-1ofqvURspJgAE0byl3MpGNmWD1cKI/s1600/IMG_0278.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiIQ7xvtaL0gMBZ_K7-qQfpBQUGmJQESg2HJRcbR-qhhXleLig8GThn5yaRor8biAcw-aHQyZuV64I4im-Ey8qK40HRP1dtmtS3unvg437SD5woM-1ofqvURspJgAE0byl3MpGNmWD1cKI/s1600/IMG_0278.JPG" height="300" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Masumiyet Müzesi</td></tr>
</tbody></table>
</div>
<div style="text-align: justify;">
Hislerimde haksız da çıkmadım. Meğer <b>Pamuk</b> romandan çok önceden beri eski zamanların eşyalarını topluyormuş, gerçekten de romanı yazarken aklında müze fikri de varmış, hatta aynı anda onun için de çalışıyormuş. Açıldıktan yıllar sonra bir fırsat yakalayıp <b>Masumiyet Müzesi</b>'ne gittim.<br />
<br />
Müze Taksim Meydanı'na 800 metre uzaklıkta, 10 dakikada varıyorsunuz. Bu eski bina romanın esas kadını Füsun ve ailesinin yaşadığı evmiş, Kemal de ömrünün son yıllarını burada geçirmiş. Giriş bileti 15 lira. Eğer romanı satın aldıysanız son sayfasındaki davetiyeyi damgalatarak da müzeyi ücret ödemeden gezebilirsiniz. 5 liraya da sesli rehber hizmeti var. Ben aldım ve size de şiddetle tavsiye ederim. Seslendirmeyi Orhan Pamuk yapmış. Hem romandan ilgili bölümleri okuyor, hem açıklamalar yapıyor. Ona müzikler, efektler eşlik ediyor.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgjx9WS1KVR2kWBcdVlX7F9zMOKW8qjFV_rlMmaRt_Av2EeZtUWOQh5rtSGPJmuBpocpYMdP_NCjWGtj7oC7WNvmnpvlyhBAV-_-n902bG0ycjKOu3BhokSA4veEPjzEPmtumttYAJiypk/s1600/IMG_0265.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgjx9WS1KVR2kWBcdVlX7F9zMOKW8qjFV_rlMmaRt_Av2EeZtUWOQh5rtSGPJmuBpocpYMdP_NCjWGtj7oC7WNvmnpvlyhBAV-_-n902bG0ycjKOu3BhokSA4veEPjzEPmtumttYAJiypk/s1600/IMG_0265.JPG" height="300" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">İkinci kat.</td></tr>
</tbody></table>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
Müze mini estalasyonlardan oluşuyor. Camekanlarda romanda geçen bir an, bir olay, bir duygu veya bir kişi hakkında eski eşyalarla oluşturulmuş sahneler sergileniyor. Kimisi <b>Pamuk</b>'u tatmin etmediği veya tamamlanmadığı için açılmamış, kırmızı kadife perdelerin arkasında saklanıyor. Sayısı fazla değil. Bazı kutularda videolar ve ışıklar da eşyalara eşlik ediyor. Romanı okumadıysanız bile sahneler sizde bir duygu uyandıracağı için zevkle gezebilirsiniz diye düşünüyorum. Hele de müzedeki eşyaların hatırlayacak yaşınız varsa veya eskiye meraklıysanız nostaljiyle dolu dakikalar geçirebilirsiniz. Tüm kutuların açıklamalarını dinlemenize gerek yok, sadece ilginizi çekenleri dinleyebilirsiniz. Benim atladıklarım oldu ancak her bir kutuyu inceledim. Tüm rehberi dinleyerek müzeyi gezmenin 1 buçuk saat süreceğini düşünüyorum.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjIJ_NOxgOiR0IiqpFBGpplXLhTLsDcFPtU3RlR-O5gu9TsCzWKGGYG7HRXyiTtb4FbZb63ztUbGedIVQ7qPxqi17vw5kiJaLV8phEdgzR4JnZPrsXRVIetMLL1VZI2JCTnI1cxKVIShI4/s1600/IMG_0272.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjIJ_NOxgOiR0IiqpFBGpplXLhTLsDcFPtU3RlR-O5gu9TsCzWKGGYG7HRXyiTtb4FbZb63ztUbGedIVQ7qPxqi17vw5kiJaLV8phEdgzR4JnZPrsXRVIetMLL1VZI2JCTnI1cxKVIShI4/s1600/IMG_0272.jpg" height="400" width="300" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">''Hayatımın en mutlu günüymüş, bilmiyordum.''</td></tr>
</tbody></table>
<div style="text-align: justify;">
<b>Masumiyet Müzesi</b>'nin müzesini kesinlikle romanından daha çok beğendim. Romanı ne kadar sıkıcı hatta biraz sıradan bulduysam müze o kadar sıradışıydı. Az müze gezmedim ama hiç böylesini görmemiştim. Müze zaman teması üzerine kurulmuş. Zamanın anların toplamından oluşup oluşmadığını düşünürken giriş katının zeminindeki sipiral deseninden başlayarak her şey size bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Her kattan görünen duvardaki koca saat, saati yanına yansıyan eski video görüntüleri, sessizlik, camekanlarda dondurulup muhafazaya alınmış anlar, onları arka arkaya incelerken akıp giden sizin zamanınız… Elbette müzeyi bir kara sevdanın öyküsü veya eski zamanların İstanbulunun müzesi olarak da gezebilirsiniz, bu da müzenin başka bir güzelliği.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Şu katta bu vardı, bu kutuda şunu çok beğendim diye anlatmayacağım. bir arkadaşıma anlatmaya çalıştım da çok manasız oluyor. Dedim ya sıradışı bir yer. En iyisi siz gidip görün. Müze hakkında detaylara <a href="http://tr.masumiyetmuzesi.org/">http://tr.masumiyetmuzesi.org</a> adresinden ulaşabilirsiniz.</div>
</div>
BAhttp://www.blogger.com/profile/13539433863275164575noreply@blogger.com9