24 Nisan 2014 Perşembe

Evvel Sevda İçinde




İlklerle dolu bir yazıya hoşgeldiniz. Kitap Notları yazılmaya başlanalı beri 143 kitap hakkında atılı tutuldu. Bunların içinde hukuktan öyküye, tarihten turist rehberine, romandan biyografiye birçok çeşit bulabilirsiniz. Bir tek şiir bulamazsınız. Yıllarca lisede şairin bayrağa seslenmesinden mi bezip bu hale geldim, yoksa içimde yontulmayan bir odun mu var bilmiyorum ama ben şiirde anlamıyorum. Anlamadığım için de okumuyorum, okumadığım için de bilmiyorum…

Bir de şimdiye kadar yazılan kitapların hepsini ben paramla almıştım ya da (kütüphaneden/arkadaşımdan) ödünç almıştım ya da (yarışmalardan/çekilişlerden) kazanmıştım. Hiç yazarından veya yayıncısından okumam için gönderilen kitap olmamıştı. İşte bu kitap bu açıdan da bir ilk. Ben de bilmiyorum böyle gönderilen kitapları nasıl yorumladığımı.

Neyse artık İbrahim Öksüz'ün şiirlerini topladığı Evvel Sevda İçinde adlı kitabına dönelim. 92 sayfalık, minicik bir solukta okunabilecek bir kitap. Ben bir solukta okuyamadım o ayrı. Çoğu şiiri iki kere okudum. Bazen aldığım hissi kuvvetlendirmek ve teyit etmek için bazen de anlamak için. Çoğu şiirde sanki biraz anlar gibi oldum ama tam anlamadım. O anlamın peşinde okuyup durdum. Çok kişisel ve özel olan nesir eserlerde de aynı 'tam anlayamama' haline düşüyorum. Tabi şiirdeki kelime oyunları, imgeler filan derken durum daha zor oluyor.

Yine de sevip kendime yakın bulduğum şiirler oldu; mesela Çilingir Duası esprili, hoş bir şiirdi.

Aylak Şair adlı şiirdeki ''Ben sana bir dalda dokuz ceviz görmeden taş atmaz yaşımda vuruldum'' mısrasındaki geçkinliği, yılmışlığı anlatma şekline bayıldım. Bu deyimi ben de kullanabilirim. 

Dilekçe şiiri ise ''Vermiş olduğunuz ödülü fiilen almadığım için; ironik olarak birçok doğruya maruz kalıyorum'' mısraları ise güzel bir özet; 'yetkililer' o kadar yanlış ki onların tersine yapılacak en küçük hareket dünyanın en onurlu, en prensipli davranışı haline geliyor, öyle bir niyet olmasa bile.

Dayımın Mükemmel Olması Diyalektiğe Aykırıdır adlı şiirde ise Sivas Katliamı'na bir gönderme mi var, onu da merak ediyorum.

Siz şiir seviyorsanız İbrahim Öksüz'ün şiirlerini  deneyebilirsiniz. Ben mi? Bana bu kadar yeter. Beş yıl sonra belki bir şiir kitabı daha okurum.

9 Nisan 2014 Çarşamba

Aile Çay Bahçesi



İş için İstanbul'dayım. Taksim'den artık hiç tat almasam da Robinson Crusoe 389'a gidiyorum. İnternet fiyatlarının üzerinde indirimsiz kitap almak adetim değil. Fakat Rob389 da böyle küçük hesapların yeri değil. Uzun zamandır aklımda olan bir kitabı alıp çıkıyorum.

O kitap Yekta Kopan'ın son romanı Aile Çay Bahçesi. Kitap Müzeyyen adında bir kadın, onun ailesi, ilişkileri ve çocukluğuyla ilgili. Buna bir sevgisizlik, yalnızlık öyküsü diyen çok olmuş. Gerçekten de Müzeyyen kardeşine rağmen hatta onun doğumuyla birlikte yalnız bir çocukluk geçiriyor. [spoiler] Babası da annesini ve bütün aileyi yalnız bırakmış. Çok sevdiği annesinin anne babası bir kazada ölmüş ve onu büyüten teyzesi dışında yakını yok, o da yalnız. Müzeyyen'in ve ailesinin tek desteği babaannesi. Müzeyyen'in hayatı ölümler ve yalnızlıklarla dolu. 

Diğer taraftan bu bir sevgisizlik romanı mı bilemiyorum. Müzeyyen annesini bir çocuğun yapacağı tüm haylazlıklardan vazgeçecek kadar seviyor. Babaannesini seviyor. En yakın arkadaşı Özlem'i seviyor. Onlardan da karşılık görüyor hani. Tabi belki de yetmiyor, ihtiyacı olan ilgi ve sevgiyi erken kaybediyor, baba sevgisinin, aile hayatının yerini hiçbir şey tutmuyor.[spoiler] 

İşte böyle bir ortamda büyüyüp kırgınlıklarla dolmuş bir kadının geçmişiyle hesaplaşmasını okuyoruz. Çok güzel detaylarla aktarılmış sıradan bir hayat aslında ama karakterli de, kendine has tarafları var. Bu yüzden galiba tanıtım yazısında herkesin kendinden bir parça bulacağı söyleniyor. Ben kendimden bir parça bulmadım. Müzeyyen ile çok farklı hayatları yaşamışız. Diğer taraftan bazı küçük şeyler bana "evet bunun nasıl bir şey olduğunu biliyorum" dedirtti. Yazın sıcaktan gece yarısı uyanmak, hayali kavgalarla hasımlara sözler hazırlamak ama hiç diyememek, kötü mezenin özellikle de kılçıklı deniz börülcesinin yarattığı memnuniyetsizlik...

Kopan'ın akıcı, gösterişli olmayan ama duyguyu okuyucuya geçiren bir anlatımı var. Müzeyyen'in hayatı, ve hesaplaşması birinci tekil ağızdan geriye dönüşlerle, iç ses kullanılarak anlatılmış. Bence romanın esas ilginç yanı bir erkeğin, bir kadın baş kahraman ve özellikle kadınlardan oluşan çevresini anlatması oldu. Psikolojik yanı ağır basan bu romanda bir kadının gözünden olayları anlatmak kolay olmasa gerek. Üstelik sadece duygusal açıdan değil günlük hayatla ilgili detaylarda da (yüz üstü yatmak, ağda, vs.)  bir kadını çok iyi gözlemlemeden, tanımadan ulaşılamayacak bir doğruluk ve doğallık var. Bu romanı bir kadın yazsaydı elbette çok farklı olurdu ama bence Kopan da bir tebriği hak ediyor.

Can Yayınları artık klasik kapaklarından başka kapaklarla da kitap basmaya başladı. Bu kitabın baskısını hem klasik olduğu için hem de fotoğraf kitapla çok uyumlu olduğu için beğendim. İçinde imla/baskı hatası olmayan tertemiz bir kitaptı.

Aile Çay Bahçesi için Kopan'ın ustalık romanı dendiğini okumuştum bir yerlerde. Bence bu romana usta işi demek abartmak olur, diğer taraftan yazarın en iyi romanı bu olabilir elbette. Benim de okuduğuma memnun olduğum bir roman oldu. Tek hamlede okunup bitirilirse, ki 142 sayfalık uzunluğuyla bu mümkün, çok daha etkileyici olacağını düşünüyorum. Yazarın eski kitaplarını okuma şevki oluşmadı ama gelecek kitaplarını hevesle bekliyorum. Okumadıysanız siz de bu kitaba bir şans verin. Okuyup beğendiyseniz Barış Bıçakçı'yı da okuyun, bence sevebilirsiniz.