16 Aralık 2015 Çarşamba

Yeni Yıl Hediyesi



Bu sene çok az kitap okudum ama okuduklarım içinde çok iyiler vardı. Otomatik Portakal, Sözde Terörist, Kadının Adı Yok, Sineklerin Tanrısı, Saatleri Ayarlama Enstitüsü... içlerinden en iyisini seçmek zor ama benim en çok etkilendiğim Sözde Terörist oldu. En beğenmediğim kitap ise yorumlamam için gönderilmişti, o yüzden adını söyleyemiyorum :)

Sizin bu yıl okuduklarınız içinden en sevdiğiniz, herkes okumalı dediğiniz veya en çok etkilendiğiniz kitap hangisi oldu? Peki ya boşa okudum dediğiniz en kötüsü?

2016 okuma listeleri hazırlanırken bu soruların cevaplarını bilmek eğlenceli ve faydalı olabilir. Üstelik yorumunuza e-posta adresinizi de eklerseniz aşağıdaki her telden 3 güzel kitaptan oluşan hediyeyi kazanabilirsiniz. Bir de sürpriz kitap var :)

Kitap Notları gururla sunar:

Düşman Yaratmak - Umberto Eco

Düşman Yaratmak, “rastgele yazılar”dan oluşan bir kitap. Ama, yazarın 20. yüzyılın en önemli düşünce adamlarından Umberto Eco olduğunu düşününce, bu yazıların öylesine seçilmiş konularda rastgele yazılmış yazılar olmadıkları belli.


Kitabın adının kaynağı olan “Düşmanı İnşa Etmek” yazısı, New York’ta Pakistanlı bir taksi şoförünün Eco’ya sorduğu, “İtalyanların düşmanları kimler?” sorusuyla başlıyor. Böylece ülkelerin “dış düşman”lardan çok “iç düşman”larla uğraştığı ve bir düşmanın olmaması durumunda bu düşmanın “inşa edildiği, yaratıldığı” sonucuna varan yazar, bu inşa sürecini Cicero’dan Sartre’a çeşitli metinler aracılığıyla örnekliyor.
Öteki yazılar da, kutsal kavramından hazine arayışına, ıssız adalardan ateşin kültür tarihine, “Soğuk Güneş” ve “Oyuk Dünya” gibi hayali astronomilerden atasözleri üzerine kurulu bir Mutluluk Cumhuriyeti’ne kadar pek çok alanı kuşatan, “hem konuşanı hem de dinleyeni eğlendirmeyi amaçlayan, abartılı retorik alıştırmalar”.

Ezgili Şiirler - Yaşar Oğuz Ergun (İmzalı)
egeyle ışıldıyoruz 
sevinçle bakar göğüdenizi umut mavi
evleri giyiniyoruz beyaz 
dağları parlak kadife

Ege kumaşıdır
işlediğimiz sevgi nakışı 
hakkını verelim aşkın 
bu dağlar sarı gülüşlü

Amelia'nın Sırları - Kimberly McCreight
Kate Baron, on beş yaşındaki kızı Amelia’yla Brooklyn’de sakin bir hayat yaşıyordu. Ta ki Grace Hall Lisesi’nin bahçesinde onun cansız bedeniyle karşılaşana dek. Polis “intihar” diyor. Amelia başarılı bir öğrenci. Harika bir sporcu. Edebiyat tutkunu. Geleceğe umutla bakan bir genç kız. Kendini öldürmüş olabilir mi?
 Kate, kızının ardında bıraktığı izlerin peşine düşüyor...
Amelia’nın sırları birer birer aydınlanıyor...
Çekiliş sonucu 30 Aralık'ta Kitap Notları'nda…

Kazanan Emre Bolat oldu! Şimdi ona bir mail atıyorum. Bir hafta içinde yanıt alamazsam hal-i hazırda belirlediğim yedek talihliyle temas edeceğim. Ayrıca Alamut Kalesi'ni bir arkadaşımın tavsiyesiyle okuyup ben de çok beğenmiştim :)

6 Aralık 2015 Pazar

Otomatik Portakal


Otomatik Portakal çok duyduğunuz, kocaman tek gözlü şapkalı adamını hatırladığınız, belki de Kubrik'in film uyarlamasını izlediğiniz bir kısa roman. Bu kitabı henüz okumadıysanız bütün bunları bilmeniz veya hatırlamanız güzel mi emin değilim. Benim gibi sadece "mühim kitap" fikriyle kitaba yaklaşmanız en güzeli olabilir. Hazırlıksız, her şeye açık ve beklentisiz. Bu yüzden kitabı okumadıysanız okuyun zaten 100 sayfa filan diyerek yazıyı burada sizin için bitiriyorum. Görüşmek üzere!

Eveeet, kitabı okumuşlar ve sözümü dinlemeyecek kadar asilerle devam ediyoruz. Ey kardeşlerim size hemen romanın kıyak lingosundan filan bahsetmek istiyorum. Hatta eğer kıvırabilseydim siz yüce kardeşlerime tüm yazıyı bu lingoyla yazmaktan  gurur filan duyardım. Çünkü baş anti-kahramanımız Alex birinci tekil kişi ile bize başından geçenleri anlatırken Nadsat'ı kullanıyor ve Nadsat çok değişik bir şey. Sadece bir yazar değil aynı zamanda bir dilbilimci olan Burgess'in Rus argosundan, Almancadan ve baka birçok yerden aldığı kelimeler, bu kelimelerdem ürettiği kelimeler ve tamamen kendisinin uydurduğu ifadelerden oluşan bir dil bu. Nadsat'taki bu üretilmiş ifadelerin anlamı yok, okudukça anlamını okur hislerinize dayanarak siz çıkarıyorsunuz. Başta okumak zor gelse de 5-10 sayfa sonra su gibi akmaya başlıyor. Burgess bu yolu Alex'e zamansız ve eskimeyecek bir ses kazandırmak için tercih etmiş ki bence de başarılı olmuş. Hatta bence kitabın en ilginç ve güzel yanı Nadsat. Sanıyorum çevirmenler benle aynı şeyi düşünmüyordur. Nadsat'ı Türkçeye çevirmek çok zor bir iş olmalı. Ben aslı İngilizce olan kitapları aslından okumaya gayret göstersem de bu kitabı çeviriden okumaktan son derece memnun kaldım. Dost Körpe'nin çevirisi hem Nadsat'ın özgünlüğünü hem de keyfini yansıtıyor. Yine de kitabı aslından okumak isterseniz bu mini Nadsat sözlüğü işinize yarayabilir.

Eee, ne olacak şimdi ha?

Nadsat ile ilgili heyecanımı paylaştıktan sonra atıp tutmaya romanın kurgusuyla devam edebilirim. Baş belamız (kahramanımız) Alex lise çağında, içki ve uyuşturucu kullanan, saldırgan hem de çok saldırgan bir genç. Romanın ilk sayfaları Alex ve drooglarının akıl almaz şiddet sahneleriyle geçiyor. Üçüncü sayfa haberleri, bilgisayar oyunları ve filmlerle antrenmana tabi tutulmuş olsam da bu şiddet sahneleri beni çok etkiledi. Etkilemesinin nedeninin şiddetin büyüklüğü kadar bunun zevkle, gururla anlatılması, hiçbir gerekçelendirmeye ihtiyaç duymadan uygulanmasıydı sanıyorum.

Eee, ne olacak şimdi ha?

Kitabın ana fikrinin insanı insan yapanın özgür iradesi olduğu, yoksa otomatik bir portakala (dışı portakal gibi görünen ama için çarklardan oluşan bir alet) dönüşeceği, özgür iradeyle seçilen kötülüğün bile beynin yıkanması, zorlama veya başka bir yolla mecbur bırakılan bir iyilikten evla olduğu söyleniyor. Romanda buna benzer fikirler Alex'e uygulanacak ve kötülük yapma iradesini kaybettirecek tedaviye muhalefet eden din adamı tarafından dile getiriliyor. Yazarın tezi ne kadar asil olsa da aklıma takılan şeyler var. İnsanın özgür iradesini hiç bir şeyle, hatta kötülüğün ortadan kalkmasıyla bile, değişmeyen bir fikri gerçekten bir din adamı mı savunmalı? Din kavram olarak bütün bunlarla çok çelişen bir şey değil mi? İnsanı Pavlov'un köpeklere yaptığına benzer bir şekilde fiziksel olarak kötülük yapmamaya şartlamak yanlışsa zihinsel olarak da benzer bir süreç yürütmek yanlış değil mi? Eğitimin ve ahlakın da yaptığı da benzer bir şey değil mi?

Aklımdaki bu sorular hakkındaki cevaplarınızı ve kitabın bin kere tartışılmış özellikleri dışında felsefesini irdeleyen kaynaklar hakkındaki tavsiyelerinizi bekliyorum. Ve sen, kitabı okumadan bu yazıyı okuyan asi, artık şoklara hazırsın, Otomatik Portakal'ı aklında bu sorularla okuyup bulduklarını buraya yazarsan beni mutlu edersin.