5 Eylül 2016 Pazartesi

Küçük Şeylerin Tanrısı


Bazı kitaplar vardır adını, yazarının adını hep duyarsınız. Küçük Şeylerin Tanrısı ve Arundhati Roy da benim için öyleydi. Hele Roy, Mahatma Gandhi'nin kastçı, sınıfçı olduğunu söyleyip dünyayı ayağa kaldırınca yazar ve en meşhur kitabı iyice aklıma yerleşti. Kitabın 1997 yılında Man Booker Ödülü'ne layık görüldüğü dışında da bir şey bilmeden kitabı edindim. Yazın en sıcak günlerinde ne okusam diye kitaplığımı karıştırırken kitabın arka kapağındaki yasak aşk ifadesi gözüme takıldı. Egzotik bir aşk hikayesi okumak ümidiyle okumaya başladım.

Allah için egzotik bir kitap. Oryantalist mi bilmem ama buram buram Hindistan kokuyor. Nemini, sıcağını, böceklerini, olgun meyvelerini, kalabalığını ve diğer şeyleri teninizde hissediyorsunuz. Roy'un çok güçlü bir anlatımı var. Mesela bende Roy'un yeteneği olsaydı ''çok güçlü'' gibi sıkıcı bir tamlama kullanmadan daha çarpıcı şekilde ifade ederdim bunu. Mesela polisin düdük sesini ''çeliktizi'' diye tarif eder, detaylardaki başarımın bir örneği olarak otobüsteki metal tutacakların elde bıraktığı ekşi kokudan bahsederdim. 

Roy'un edebi dilinin lezzetini almamda İlknur Özdemir'in payı çok büyük. Çeviri, tek meziyeti İngilizce bilmek olmayan, gerçek bir edebiyatçının elinden çıkmış. Virginia Woolf'un Kendine Ait Bir Oda'sını da özellikle İlknur Özdemir'in çevirisinden okumuştum ve ziyadesiyle memnun kalmıştım. Genel bir kural olarak herhangi bir kitabın birkaç çevirisi varsa Özdemir'inkinin okunması gerektiğini düşünüyorum artık.

Diğer taraftan kitabı bir ayda zar zor okudum. Kitabın 80. sayfasına geldiğimde kitabın başkahramanı olan ikizlerin sandığımın aksine ayni cinsiyetten olmadıklarını anladım. Üstelik o dakikaya kadar kadın mı erkek mi olduklarını anlamamıştım, anlamadığımı da fark etmemiştim. 120 sayfaya geldiğimde ise hala olaylar başlamıştı. Roman detaylar, gözlemler ve daha fazla detaylar denizi olarak devam ediyordu. Tasvir içinde kalmıştım. Geriye dönüşlerden başım dönmüştü. Roy'un edebi dili de olmasa çekilmezdi. Son 100 sayfada nihayet olay şekillenmişti, o noktada kitabı benim için bambaşka bir şey yapacak şok bir son kurtarabilirdi. Yalnız her şeyi tahmin etmek çok kolay oldu, yazar da saklamaya çalışmamıştı, sürpriz son olmadı.

Küçük Şeylerin Tanrısı'nı okuduğuma memnun oldum ama kolay veya sürüyleyici veya dili dışında etkileyici değildi. Seveni de çok aslında, belki siz de seversiniz.