14 Mayıs 2013 Salı

Hayatın Kurgusu: 4- Gerçek Hikayeler

İnsanoğlunun yaratıcılığı, hayal gücü çok etkileyici ama hayatın kendisi kadar değil. Hayat bazen öyle hikayeler kurguluyor ki yazarların onları üslubunca anlatmaktan başka çaresi olmuyor. Otobiyografiler, biyografiler, günlükler güzel ama hem yazarların sanatlarını daha özgürce kullandıkları hem de hayatın kurgusunu barındıran gerçek öyküler bambaşka. İşte size mücadele ve macera dolu üç örnek:

Kelt Rüyası - Mario Vargas Llosa


Mario Vargas Llosa'yı ('yosa' diye okunur) edebiyat sevenler zaten biliyordu. 2010 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'yle birlikte ülkemizde de tanınırlığı arttı. Ödülü aldığı yıl yayımlanan romanı Kelt Rüyası İrlandalı Roger Casement'in mücadelesini anlatıyor.

Roger Casement dünyayı tanımak isteyen cesur bir genç olarak 1903 yılında Afrika'ya gidiyor. Orada çalışıp Amazonların derinlerine seyahat ederken kauçuk ticareti için Kongoluların köle edilip öldürülmesini, uğradıkları işkenceyi ve çaresizliklerini kabullenemiyor. Bu düzenin yıkılması için çoğu zaman tek başına insan üstü bir iradeyle çaba harcıyor. Sonra benzer bir mücadeleyi yazarın memleketi Peru'daki Putumayo yerlileri için de veriyor. Casement tüm bu kölelik karşıtı çalışmalarının olgunluk döneminde kendini hiç hissetmediği kadar İrlandalı hissetmeye ve aslında İngiliz yönetmi altındaki İrlandalıların, Belçika yönetimi altındaki Kongolulardan pek farklı olmadığını düşünmeye başlıyor. Son görev olarak İrlandalıları özgürleştirmeye kendini adıyor. 

Sanmayın ki bu Kelt Rüyası Casament'in kahramanlıklarına bir övgü romanı. Ezilenleri böylesine canla başla koruyan biri için övgüden başka ne yazılabilir ki diye düşünebilirsiniz fakat roman anlattığım onurlu mücadelenin hikayesi kadar bir insan olarak Casament'i  de anlatıyor. Casament bir açıdan kahraman olsa da uzun bir dönem boyunca sadece 'vatan haini' ve 'sapık homoseksüel' diye bilinmiş biri. Llosa, Casament'in ikilemlerle, çelişkilerle, sırlarla dolu özel hayatını da anlatıyor. Bunu yaparken de Casament'in diğer yüzünün gizemini, doğallığını tam dozunda vermiş bence. Şimdi bunu söze pek dökemiyorum ama okuyunca anlayacaksınız.

Roman Casament'in idam cezasının temyiziyle başlıyor, yani sonu başından belli gibi. Bu benim gibi Casament'i hiç tanımayanlar için sürprizin bozulması etkisi yaratabilir. Özellikle uzun betimlemeler sırasında merak unsurunun da azalmasıyla motivasyonunu bozulabilir. Diğer yandan bir iki tıkla tüm hayat hikayesine ulaşabildiğiniz bir figür için kurgunun sondan başa doğru geri dönüşlerle inşa edilmiş olması hata sayılmaz. Hem Llosa'nın duygu yüklü anlatımı sömürgelerdeki ve Casament'in ruhundaki acıyı içinizde hissettirirken bir sayfa sonra ne olacağını bilmeniz önemini kaybedecek. Bir de çok şey öğreneceksiniz, acı ama önemli şeyler.

Ne Nedir - Dave Eggers


Ne Nedir bir Dinka efsanesi, tanrının insana verdiği yegane hediye "Ne". İşte böyle başlıyor insanın neden yaşıyorum, neden bunlar oluyor, hayat ne, ben neyim yolculuğu. Valentino Achak Deng'in öyküsü de bir yolculuk. Henüz altı yaşındayken yalın ayak iç savaş vahşetinden kaçan bir çocuğun öyküsü. Bu yüzlerce çocukla paylaşılan, aç susuz çöller aşılan, kurşunlara, aslanlara rağmen devam eden yürüyüş, kayıp çocukların bedenleri büyüse de yaralı ruhlarında hiç bitmeyen bir göç ve arayışa dönüşüyor. Sudan'dan Etiyopya'ya, oradan ABD'ye; suyun dereden taşındığı kulübelerden müteşekkil bir köyden Atlanta'nın yürüyen merdivenli binalarına, kablolu televizyona, süper markete...

Eggers da yukarıdaki romandaki gibi hikayenin sonunu en başta yazmış. Öykü çok sürükleyici olsa da yer yer bu bir handikap olmuş bence. Diğer taraftan son ile baş arasındaki gidip gelmeler okuyucunun zihnini tazeleyen hoş bir değişiklik de oluşturuyor. Eggers öyküyü anlatırken birinci tekil kişiyi kullanıyor ve sürekli kahramanımızın etrafında kahramanımıza yabancı veya düşman kim varsa ona sesleniyor. Kitap bir iç dökmeye, son sözde de ifade edildiği üzere bir "beni duyun" çağrısına dönüşüyor. Zaten kitabın sonuna doğru Eggers'ın kaleminden Deng'in aslında hep sizinle konuştuğunu seziyorsunuz. Anlatımda hayatı travmalarla şekillenmiş ve dramatik değişiklikler geçirmiş, her şeye rağmen naif ve affedici bir Afrikalı'nın sesini duymanız;   ancak böyle bir adamın kullanabileceği kelimelerin, cümlelerin satırlarda yer alması etkiyi daha da artırıyor. Deng'in sesinin okuyucuya bu kadar net geçmesi Eggers'ın başarısı. Fakat kimileri de bu başarıyı fazla bularak bu kitabın aslında Deng'in kendisi tarafından yazıldığını, beyaz ve bağlantıları olan bir adam olmadan yayınlanma ihtimali az olduğundan Eggers adıyla az bir değişiklikle yayımlandığını iddia etmişler. Bu konuda benim yorumum yok.

Yazar Eggers ve kayıp çocuk Valentino Deng,
okul inşaatında.
Son olarak sürükleyici, macera dolu ve duygulu bu roman için yüzeysel gibi görünse de bir okuyucu için maalesef önemli olan bir konuya değinmek istiyorum: uzunluk. 576 sayfalık bu kitap elbette bir çırpıda okunup bitmiyor. Yazar anlatmak istediklerini bu kadar sayfaya sığdırmış demek ki diyip saygı duymak gerek ama yer yer tekrara düşmenin eşiğinden dönüldüğünü, yer yerse temponun çok düştüğünü gördükçe acaba bir 70-80 sayfa tasarruf edilse daha iyi olmaz mıydı diye düşünmeden de edemedim. Uzunluğuna ve sonunun baştan belli olmasına rağmen, severek okuduğum, bende yer eden ve yaşanmış öyküleri merak edenlere hemen tavsiye edeceğim bir romandı Ne Nedir.

Kelebek - Henri Charriere


1970 yılına ait bir gazete kupürü
 Charriere'in ölümünü haber veriyor.
Kelebek diğerlerinden biraz farklı. Birincisi diğerlerinde başkahraman ile yaza farklı. Kelt Rüyası'ndaki gibi aralarında onlarca yıl olan, hiç yüz yüze gelmemiş bir adam ve onun öyküsünü anlatan bir yazar veya Ne Nedir'deki gibi birbirlerini yakından tanıyıp dost olmuş iki insandan bahsetmiyoruz. Charriere hem suçsuz yere kürek mahkumu olarak yaşamış, firar etmiş ve türlü maceralar atlatmış hem de oturmuş bunları bir güzel romanlaştırmış. Bir insan kendisinin yaşadığı bir şeyi neden otobiyografi veya anı biçiminde değil de roman gibi biraz kurgusu bol bir biçimde anlatmak ister bilemiyorum. Birinin gözleriyle görüp kulaklarıyla duyduğu bir şeyi baştan kurgulaması çok acayip geliyor. Yaşananların büyük oranda gerçek olmasının yarattığı cazibeye bu acayiplik de eklenince okumamak zor.

Kimsenin sağ çıkamadığı bir cehennemde ömür boyu çalışmaya mahkum, kendisini mahkum eden sisteme hınçlı bu adamın teninde dövme olarak taşıyacağı son şey narinliğin, uçuculuğun ve özgürlüğün simgesi bir hayvan olması gerekirdi. Oysa kahramanımız sadece bir kelebeği teninde taşımıyor, zamanla onu lakabı olarak da benimsiyor. Haksız yere bir cinayetle suçlanıp birkaç yıl içinde ya hastalıktan öleceği ya da bir kavgada öldürüleceği Fransız Guyanası'na sürgün edilen Kelebek pes edip kaderine razı olmak veya sonu gelinceye kadar özgürlük için tırmalamak seçenekleriyle baş başa kalıyor. Böylece on üç yıllık kaç-yakalan-hazırlan-kaç döngüsünde nefes nefese geçen bir öykü başlıyor. Okurken benim sinirlerim bozuldu, ben ruhen yoruldum, çöktüm hatta en sonunda kitabı bitiremedim ama Kelebek her gün hayatta kalmanın bile bir macera olduğu bir yerden kaçmak ve uzaklaşmak için anlaşılmaz bir enerjiyle mücadele ediyor. O kadar çok şey yaşayıp o kadar çok badire atlatıyor ki, parası çalınmasın diye onu bir tüpün içine koyup yutan ve bu işlemi ger gün tekrarlayan adamla, yerli bir halk arasına karışıp burada tutunan, bir eş alıp bir kulübede okyanusa karşı uyanan adam aynı kişi miydi, aynı romanda mı okumuştum karıştırıyorum.

Nefesiniz kesilerek okuyacağınız bir yaşanmış hikaye arıyorsanız 30 yıldır ilgiyle okunan bu kitabı gönül rahatlığıyla tavsiye edebilirim. Hatta hikayenin devamını da Charriere'nin Banko adlı romanından öğrenebilirsiniz.



Diğerleri:

Hayatın Kurgusu: 1- Otobiyografiler
Hayatın Kurgusu: 2- Biyografiler
Hayatın Kurgusu: 3- Günceler

5 yorum:

  1. Kelebegi ben de yillar once okuyup cok etkilenmistim. Okumayanlara tavsiye ederim.Kacirmasinlar.


    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Dün annem de gözlerini kocaman açarak 30 yıl önce okuduğu bu romandan nasıl etkilendiğini anlatıyordu :)

      Sil
  2. Kelebek filmini defalarca izlemişliğim vardır. Çok güzeldir. Kitabı hiç okumadım. Filmde Steve McQueen'in hücrede formunu yitirmemek için verdiği onca mücadele, Dustin Hoffman'ın bulunduğu yerde kendine yeni bir hayat kurması ve oradan kopmak istememesi hem çok etkileyici hem de çok hüzünlü gelmişti bana. Genelde, başarılı olan kitap uyarlamalarının sayısı pek azdır. Günün birinde kitabı okuyacak olursam filme bakışım değişmez galiba. Film başlı başına güzel bir çalışma olmuş diyebilirim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Filmin çekildiğini öğrenmiştim ama izlemedim. Beğendiğine göre hakkıyla çekmiş olmalılar çünkü kitapta adrenalinden başka bir şey yok.

      Sil
    2. Oyunculuk da çok incelikliydi tabii... Görme fırsatın olursa kaçırma derim. Kelt Rüyası'nı da okumayı çok istiyorum. İspanyol Alfaguara yeni yayımladığı kitapların ilk 5-10 sayfasını tanıtım amaçlı sitesine koyar. Orada görüp beğenmiştim. Senin değerlendirmeyle iyice meraklandım.

      Sil

Söyleyecek sözü olanlara bayılırım! :)