Günceler hep çok merak uyandırır ve çoğu zaman da sır olarak kalır. Ama bazıları sahiplerinin başına gelenler nedeniyle milyonların gözleri önüne serilir. Bahsedeceğim güncelerse ücüzü bir ortak paydada buluşuyorlar: üç genç kız, üç mücadele, üç trajik ve erken ölüm.
Mavi Saçlı Kız - Burçak Çerezcioğlu
Bu lösemiye yakalanmış bir kızın günlüğü; hastane odalarında çektiği acıların, ailesinin mücadelesinin, yaşıtları gibi olma hevesinin, ilk gençlik çağının heyecanlarını taşıyor. Kitabın adıysa Burçak'ın hastalığının ağırlaştığı bir dönemde bitkin bedenine, ıskaladığı gençliğine inat saçlarını maviye boyamasından geliyor.
Günlükler belki de okuyucuyla yazar arasında en kişisel bağlardan birinin kurulmasına imkan verenler. Buna ilaveten kitabı okuduğumda ben de Burçak'ın yaşlarındaydım ve sanki onu tanıyormuşum gibi yazdıklarını duygulanarak okumuştum. Belki de bu yüzden kitabı bitirdiğimde ondan da kitaptan da soğumuştum. Onu şımarık ve sorumsuz bulmuş, kendimi ve ailesini haksızlığa uğramış gibi hissetmiştim. Çünkü Burçak iyileşmesinin ardından sağlığına dikkat etmiyor, düzensiz yaşamıyla hastalığın nüksetmesine davetiye çıkarıyordu.
Ne yazık ki sonraki yıllarda ben büyüdüm ve bu sırada Burçak'ın öyküsüne çok benzer başka hayatları kendi gözlerimle gördüm. Şimdi anlıyorum ki asilik, tasasızlık dediğim ve tepki duyduğum tutum, çok genç yaşta böyle tehlikeli hastalıklarla karşılaşanların tükenişlerinin, artık dayanamayışlarının, hastane odalarında geçen gençliklerine isyan edişlerinin bir yansımasıymış. Garip şekilde gençlikleri, fiziki olarak onlara hayat verip güçlü kılsa da, ruhsal olarak yıpratıp ölüme yaklaştırıyor.
Edebi olarak özel bir değeri bulunmayan bu kitap tüm etki gücünü gencecik bir kızın dramından alıyor. Özellikle ölümcül hastalıklarla mücadele eden gençlerin iç dünyalarını merak edenlere ve anlamak isteyenlere öneriyorum.
Eroin Güncesi - Kanat Güner
Aslında bu kitap tam bir günce değil. Bazı yerler kurgu, bazı yerler okuyucuya hitaben, bazı yerlerse tarih atılarak bir günlük sayfası şeklinde yazılmış. Kitapta yazılanlar o kadar sahici ve kitabın yayınlanmasından yaklaşık bir sene sonra yazarın televizyonlara haber olan ölümü o kadar genç ve trajik ki, bu kitabı yazıya almadan edemedim.
Yer yer gençler için özendirici olabilecek ifadeler içerdiğinden bu kitabı 16 yaş altına öneremiyorum. Ben kitabı 20 yaşımda okumuştum; belki ortaokul yıllarımda Christiane F.'nin Eroin kitabını iki kere okuduğumdan, belki hiçbir zaman "farklı"lığa özenmediğimden veya o zamanlar artık ergenliğimin son demlerini yaşadığımdan, kitap beni birçok okuyucusunu ağlattığı kadar ağlatıp dağıtmadı. Öte yandan yine bir bağımlılığın psikolojisine herhangi bir tıbbi veya psikiyatrik kitap kadar (belki bazen daha fazla) ışık tutabilecek bu kitabı konunun meraklılarına ve sahici bir şeyler okumak isteyenlere öneriyorum.
Yeraltı klasiklerinden olmuş bir kitap bu. Çapa Tıp Fakültesi son sınıf öğrencisi ve eroinman Kanat Güner'in bağımlılığı, hayatı, ölüme ve çevresine bakışı anlatılıyor kitapta; yazara göre bu kitap son bir iletişim kurma denemesi.
Güner, çarpıcı şekilde ve son derece akıcı bir kalemle hayatına dair hemen her şeyi anlatıyor. Bütün bu anlattıklarının içine sinmiş bir anlaşılmama, yalnızlık, tepki ve cesaret var. Bunlardan da öte beni m ilgimi çeken yazarın üstü kapalı çelişkileri oldu. Bir noktada "...aptal olmadığım için eroinman olduğumun farkındayım..." derken yazdıklarının bir uyarı olduğunu vurgulaması; eroinin kendisine bazı insanlardan çok daha az zarar vermiş olduğundan bahsederken onu bırakmak için sayısız deneme yapması; onu bağımlılığı nedeniyle anlamak istemeyen ve aşağılayanları eleştirirken kendisinin de "koyun" olmakla itham edip aptal diyerek "normal"leri aşağılaması...
Güner, çarpıcı şekilde ve son derece akıcı bir kalemle hayatına dair hemen her şeyi anlatıyor. Bütün bu anlattıklarının içine sinmiş bir anlaşılmama, yalnızlık, tepki ve cesaret var. Bunlardan da öte beni m ilgimi çeken yazarın üstü kapalı çelişkileri oldu. Bir noktada "...aptal olmadığım için eroinman olduğumun farkındayım..." derken yazdıklarının bir uyarı olduğunu vurgulaması; eroinin kendisine bazı insanlardan çok daha az zarar vermiş olduğundan bahsederken onu bırakmak için sayısız deneme yapması; onu bağımlılığı nedeniyle anlamak istemeyen ve aşağılayanları eleştirirken kendisinin de "koyun" olmakla itham edip aptal diyerek "normal"leri aşağılaması...
Kaynak: kanatguner.com |
Anne Frank'in Hatıra Defteri - Anne Frank
Hollanda'da yaşayan küçük Yahudi kızı Anne'in günlüğü herhalde dünyanın en meşhur günlüğüdür. Önce ergenliğin başındaki bir kızın sıradan küçük dünyasından yansımalarla başlar; elbiseler, erkekler, günlük olaylar, anne-baba... Hatta bazen insana garip ve manasız gelir yazılanlar. Eğer siz de o yaşlarda günlük tutmuşsanız ve onu şimdi okusanız ne derece garip ve manasız gelecekse, o derece işte. Çünkü bunlar gerçekten sıradan bir kızın sırf kendisi için yazdığı notlar.
Onun hayatında sıradışı olan şey günlüğünün ilk bölümlerinde ikinci planda kalan II. Dünya Savaşı'dır. Aile, 1942 yazında şirket ofislerinin arkasındaki bir yapının çatı katında kendilerinden başka dört kişiyle birlikte (toplam sekiz kişi) saklanmak zorunda kalınca Anne'in de gündemi savaşa doğru kayar. Hollanda'nın sürgündeki Kültür ve Bilim Bakanı, Radyo Oranje'daki konuşmasında halkın çektiği acıları belgeleyen her tür evraka, örneğin günlüklere, savaştan sonra yayınlanması ve araştırmalarda kullanılması amacıyla sahip çıkması isteğinde bulunur. Bu noktadan sonra Anne de günlüğünü yayınlamaya karar verir; savaşa ve acılara ilişkin detayları daha yoğun şekilde kaydetmeye başlar.
İki yıl boyunca gizli odada dostlarının yardımıyla saklanırlar. Yok olmamak için yokmuş gibi yaparak, evden dışarı çıkmayarak, geceleri ışık yakmayarak, sifonu çekmeyerek hatta bir noktadan sonra pencereleri dahi açmayarak... Fakat sanki savaş hemen yarın bitebilirmiş gibi gayretli; ders çalışarak, özel günleri hatırlayarak...ta ki isimsiz bir ihbar SS'lere Frank ailesinin saklandığı yeri ihbar edinceye kadar...
İleride ben de dahil hiç kimse on üç yaşında bir kızın içinden geçenlerle ilgilenmeyecekmiş gibi geliyor. Oysa ailenin savaştan tek sağ çıkabilen üyesi baba Otto Frank, günlükleri derleyerek basılmasına izin verdikten sonra kitap 65'ten fazla dile çevrilmiş, 30 milyondan fazla kişi tarafından okunmuş, sinema ve tiyatroya uyarlanmış. 15 yaşında 1945 yılında bulunduğu toplama kampı kurtarılmasından kısa süre önce tifüsten ölen Anne, günlükleriyle isteğini gerçekleştirmiş hatta hayal ettiğinden de fazlasını başarmış.
Frank ailesi ve arkadaşlarının saklandığı Amsterdam'daki ev bugün müzeye dönüştürülmüştür. Müze ve kitap hakkında www.annefrank.org adresinde detaylı bilgi bulmak mümkün.
Bkz: Hayatın Kurgusu: 1- Otobiyografiler
Hayatın Kurgusu: 2- Biyografiler
Onun hayatında sıradışı olan şey günlüğünün ilk bölümlerinde ikinci planda kalan II. Dünya Savaşı'dır. Aile, 1942 yazında şirket ofislerinin arkasındaki bir yapının çatı katında kendilerinden başka dört kişiyle birlikte (toplam sekiz kişi) saklanmak zorunda kalınca Anne'in de gündemi savaşa doğru kayar. Hollanda'nın sürgündeki Kültür ve Bilim Bakanı, Radyo Oranje'daki konuşmasında halkın çektiği acıları belgeleyen her tür evraka, örneğin günlüklere, savaştan sonra yayınlanması ve araştırmalarda kullanılması amacıyla sahip çıkması isteğinde bulunur. Bu noktadan sonra Anne de günlüğünü yayınlamaya karar verir; savaşa ve acılara ilişkin detayları daha yoğun şekilde kaydetmeye başlar.
İki yıl boyunca gizli odada dostlarının yardımıyla saklanırlar. Yok olmamak için yokmuş gibi yaparak, evden dışarı çıkmayarak, geceleri ışık yakmayarak, sifonu çekmeyerek hatta bir noktadan sonra pencereleri dahi açmayarak... Fakat sanki savaş hemen yarın bitebilirmiş gibi gayretli; ders çalışarak, özel günleri hatırlayarak...ta ki isimsiz bir ihbar SS'lere Frank ailesinin saklandığı yeri ihbar edinceye kadar...
İleride ben de dahil hiç kimse on üç yaşında bir kızın içinden geçenlerle ilgilenmeyecekmiş gibi geliyor. Oysa ailenin savaştan tek sağ çıkabilen üyesi baba Otto Frank, günlükleri derleyerek basılmasına izin verdikten sonra kitap 65'ten fazla dile çevrilmiş, 30 milyondan fazla kişi tarafından okunmuş, sinema ve tiyatroya uyarlanmış. 15 yaşında 1945 yılında bulunduğu toplama kampı kurtarılmasından kısa süre önce tifüsten ölen Anne, günlükleriyle isteğini gerçekleştirmiş hatta hayal ettiğinden de fazlasını başarmış.
Frank ailesi ve arkadaşlarının saklandığı Amsterdam'daki ev bugün müzeye dönüştürülmüştür. Müze ve kitap hakkında www.annefrank.org adresinde detaylı bilgi bulmak mümkün.
Bkz: Hayatın Kurgusu: 1- Otobiyografiler
Hayatın Kurgusu: 2- Biyografiler
Kurgu degil de gercek oldugunda daha aci bir tat birakiyor ama etkisi de bir o kadar uzun oluyor. İleride basina gelenlerle kimsenin ilgilenmeyecegini dusunen Anne Franke'in muzesini, onundeki buyuk kuyruk nedeni ile gecen seneki Amsterdam seyahatimde ziyaret edememistim.
YanıtlaSilBen de Amsterdam'a iki günlüğüne gittiğimden Van Hogh, kanallar, Rembrandt derken Anne Frank müzesinin kapanış saatine yetişememiştim. Yazıyı yazarken bir daha üzüldüm buna.
SilGerçek olayların okuyucudaki etkisi, çok daha farklı oluyor.
YanıtlaSilMavi Saçlı Kız ve Anne Frank'ın Hatıra Defteri okunacaklar listemde en yakın zamanda okuyacağım inşallah.
Hem etkileyici hem de birçok kurguya göre başarılı oluyorlar. Ben de en çok gerçek olaylardan yola çıkılarak yazılmış romanları seviyorum. Okuduğun bir şeyim gerçek hayatta izini sürmek müthiş keyifli.
SilBu üç kitabı da okuduğum dönemde yanlarına eklediğim bir kitap da "Babam öldüğünde ağlamadım"dı, yine acıklı bir otobiyografi, ensest hikayesi. Artık böyle acılı hikayelerden uzak duruyorum ama aklıma gelince, listeye eklensin dedim =)
YanıtlaSilSöylediğin kitabı Hayatın Kurgusu: 1- Otobiyografiler listesine ekliyoruz o zaman. Ben de artık esası trajedi olan kitaplardan uzak duruyorum. Yaşlandıkça trajedi kotam doldu sanki...sek hayat yeterli.
Sil