Bir uyuşturucu kuryesi bir turist kafilesinin arasına karışarak İstanbul'a gelir. Çeşitli aksilikler takası hem geciktirir hem de zorlaştırır. Bu olay örgüsü ilk anda sıradan bir suç ve polisiye romanı görüntüsü verebilir. Fakat bu yolculuk Franco'nun eleştirel, dikkatli, kara mizaha yatkın kişiliğiyle farklı bir boyut kazanıyor. Kurgu, bir suçun işlenişine adım adım yaklaşırken bir yandan da İtalya ve Türkiye, batı ve doğu, önyargılar ve keşifleri karşı karşıya getiriyor.
Kurgu okurken cümlelerin altını çizmek adetim değil. Öykü olsun roman olsun beni metnin tümü etkiler. Fakat bu kitap basit bir polisiyenin kalıbına sığmayan, "çağdaş" yaşamı eleştiren ve doğu ile batıyı karşılaştırarak ikisini de daha iyi anlamaya çalışan cümleleriyle beni etkiledi. Hemen alıntılıyorum:
"Turist yerel renk arıyordu.... Yerel renk diye bir şey yoktur. Yerel renk bir yalandır, sadece fakirlik vardır.""Banyo bataryası: Dünya üzerinde insan olmayan canlılar arasında en alıngan ve anlaşılmaz varlık. Genelde sadece iki cümleyi tanıyordu: çok sıcak ya da çok soğuk. Sersem bir aygıttı." (Burada "canlılar arasında" diyerek biraz karıştırmış ama düşünce güzel:))"Sersem ürer, genişler ama bir türlü kendini geliştirmez."
Kitabı klasik bir polisiyeden ayıran diğer bir özelliği de olayı suçlunun gözünden izlememiz. Polisiyelerde genelde bir komiser ve peşinde olduğu, merak unsuru bir suç ve suçlu vardır. Buradaysa suçlu belli, suç hakkında bir fikrimiz var ama tüm detaylar net değil. Kaçma kovalamaca uzun süre yok. Garip şekilde burada belirsiz olan polis. Kim dost kim düşman kesin değil. Suçlu profili de farklı. Beyaz yakalı, akıllı, eğitimli insanlar; geçmişlerinde travma ya da büyük sorunlar yok. Kitabın polisiye denklemini böyle tersten kurması çok hoş.
Kitabın ilk yarısı acı bir mizah eşliğinde sunulan gözlemler ve tasvirlerle dolu. Düşünceler, mekânların olay ve kişilerle eklemlenişi, o bekleyiş hali hiç ummadığınız şekilde sizi sürüklüyor. Son yüz sayfada finale nefes nefese bir koşu başlıyor. En son sayfalar romanı taçlandıracak bir son sunuyor.
Kitabın ilk yarısı acı bir mizah eşliğinde sunulan gözlemler ve tasvirlerle dolu. Düşünceler, mekânların olay ve kişilerle eklemlenişi, o bekleyiş hali hiç ummadığınız şekilde sizi sürüklüyor. Son yüz sayfada finale nefes nefese bir koşu başlıyor. En son sayfalar romanı taçlandıracak bir son sunuyor.
Yazar Fabio de Propris Roma Üniversitesi'nde edebiyat üzerine dersler verirken 1997'de İstanbula gelmiş ve üç yıl kalmış. Bu dönemde İstanbul'daki İtalyan Lisesi'nde ders de vermiş. İstanbul'la ilgili söyleşileri, çeviri çalışmaları da var. Bu kitap yazarın Türkiye deneyiminin sonucu yazılmış. Güzel de yazılmış.
Not: Kitaba J C Grangé Türkiye'nin üyeleri arasında yaptığı anketle oluşturduğu Kara Liste'de de yer verilmiş. Liste hem benim gibi polisiye-gerilim türüne uzak olanlar hem de bu türü sevenler için faydalı. Daha fazlasını isteyenler kitap hakkında bir yorum da şurada bulabilirler: Kara İstanbul - Fabio de Propris
İlk defa duyduğum bir roman. Fakat gerçekten, gerek konusuyla gerekse yazarın tarzıyla ilgimi çekti.
YanıtlaSilKara Liste'den haberdar ettiğiniz için de ayrıca teşekkürler.
YanıtlaSilRica ederim. Ben de tesadüfen hiç aklımda yokken görüp aldım. Böyle gölgede kalmış kitaplardan okuyup güzel bir şey bulmak çok zevkli. Farklı bir polisiye; ben çok memnun kaldım.
YanıtlaSilSahiden beni de meraklara sürükledi yazı, ilk fırsatta edinip okumalıyım diye düşündüm. Teşekkürler!
YanıtlaSilHaydi bakalım :)
Silİstanbulun çilesi ve güzelikleriyle yaşayan olarak bende merak ettim okumak isterim..
YanıtlaSilGüzel bir kitaba benziyor.Severim bu tarz kitapları.Tanıtım için sağol...
YanıtlaSilOkuyun da siz de söyleyin bakalım benim gibi mi düşüneceksiniz.
YanıtlaSil