6 Nisan 2012 Cuma

Koyu Pembe Kitaplar

Daha önce pembe kitaplardan bahsetmiştim. Hani şu renkli kapaklı, sevgi pıtırcıklı, suya sabuna dokunmayan antidepresanlar... İnsan bazen de sıkıntılı ya da üzgün olmamasına rağmen hafif bir şeyler okumak istiyor. Mesela yorgunluğun çok olduğu dönemlerde. Daha gerçekçi ama yine de acı gerçeklerden arındırılmış, daha karmaşık kurgular ama yorgun bir günün ardından yatmadan önce anlaşılabilecek şeyler. Pembe kitaplarla kıyaslarsam şöyle özetleyebilirim:

* Kitap kapakları özenli olsa da okuyucuyu cezbetmek için ayrıca yaldızlara ve süslü puntolara bulanmamıştır.
* Tanıtım yazılarında pembe kitaplarda olduğu gibi "best-seller"lık vurgulanır. Kitabın kaç dile çevrildiğinden, kaç milyon sattığından, ortalığı kasıp kavurduğundan bahsedilir. 
* Yine ana konu aşktır fakat bu sefer kadın kadar erkek kahramanlara da yer verilir. Hatta bazen başkahraman erkek bile olabilir. 
*Konu aşk olsa da pembe kitaplara kıyasla hayatın daha ciddi gerçeklerine de yer verilir. İnsan ilişkilerinin daha sert yüzü, doğal afetler, yoksulluk, ciddi sağlık sorunları kurguya girer. Yine de ezilen sınıflardan, savaştan veya suçtan bahsetmesini beklememek gerekir.
* Mutlu sonla biter. Belki pembe kitaplardaki gibi "çok mutlu son" değildir ama olabileceğinin en iyisidir. 

İşte bunlara da mor röfleli, koyu pembe, neredeyse narçiçeği kitaplar demeye karar verdim. Aralarında yukarıdaki hususlarda enteresan benzerlikler taşıyan iki örneğim de var.

Ateşe Atlayanlar - Nicholas Evans

Nicholas Evans on yıldan fazla süre film yapımcılığı ve senaryo yazarlığı ile uğraşmış. Sonra bir gün biri ona travmatize olmuş atları iyileştirme yeteneğine sahip insanlardan bahsetmiş. Bu hikayeyi araştırdıkça ilk kitabı ortaya çıkmış. Hayır, o kitap bu değil! Ondan da bahsedeceğim ileride. Peki bunu neden anlattım? Birincisi bu kitapta, diğer kitaplarında olduğu gibi, filmcilik döneminde kazandığı bir kurgu ustalığı, olaylar ve karakterlerde sadelikle derinliği dengeleyen bir matematik, diyaloglarda bir akıcılık var. İkincisi ise yazar romanlarını araştırarak yazıyor. Kitapları küçük kapalı mekanlarda birbirine benzer insanlar arasında geçmiyor. Bu zenginlik bir araştırma gerektiriyor tabi. 

Kitap bir aşk üçgeninin etrafında dönüyor. Ed, Connor ve Julia. Julia müzisyen Ed'in sevgilisidir. Connor ise bir itfayeci ve Ed'in en yakın dostu. Sonra bölgede çok büyük bir orman yangını çıkar. Yaşananlar  Julia'da Connor'a karşı bazı duygular uyandırsa da Julia'yı Ed'i seçmeye itmiştir. Connor sevdiği kadına erişememenin, ahlaki çelişkilerinin pençesinde kıvranırken belki aklını meşgul etmek, belki başkalarının sorunlarında kendisininkileri unutmak, hatta ölmek üzere kendini savaşların, insanlık trajedilerinin ortasına atar. Sürekli acıları fotoğraflar ama üçlü arasındaki bağ kopmaz. Olaylar... olaylar... Sonu böyle bir aşk üçgeninden temiz ve mutlu bir son çıkarmayı başarıyor. Sürükleyici, okurken dinlenebileceğiniz, insanda hoş bir tat bırakan cinsten.  

Neredesin - Marc Levy

Marc Levy 18 yaşında Fransız Kızıl Haç'ına katılmış ve 6 yıl burada çalışmış, sonra biri bilgisayar ve grafik diğeri iç tasarım üzerine iki şirket kurup yönetmiş. 2000 yılında ikinci kitabı olan Neredesin'in yayınlanmasından bu yana sadece yazarlıkla uğraşıyor. Peki neden yine yazarın hayat hikayesine girdim?

Çünkü kitapta iki ana karakter var. Susan ve Philip çocukluk arkadaşı, ilk gençliklerinden beri de sevgililer. Susan, Peace Corps'a katılıp Honduras'ta yaşamaya başlıyor; Philip reklamcılıkta ilerleyip kendine bir plaza hayatı kuruyor. Sanki Susan yazarın Kızıl Haç deneyiminden, Philip ise "corporate" camia günlerinden beslenmiş gibi. Neyse, konuya dönecek olursak kahramanlarımız yollarının ayırdığını bilseler de birbirlerinden kopamıyorlar. Araya Philip'in evliliği, uzaklık, farklı bakış açıları, ailevi sorumluluklar giriyor. birbirlerine duydukları sevginin yanında kopuşu engelleyen bir şey daha var: Lisa. Ve yine olaylar gelişiyor.

Ben kitapta en çok Honduras sahnelerini beğenmiştim, Philip'in çocuklarının arka bahçede oynayışı da fotoğraf gibi gözümde canlanmıştı. Okumak son derece eğlenceliydi. Ateşe Atlayanlar'daki gibi yine herkesin kendince masum olduğu bir aşk üçgeni, yine birbirine kavuşamayan sevgililerin gizli kalmış çocukları, yine önemli bir karakterin ölümü, yine baş kahramanlardan birinin insanlık için yokluk ve zorlukla mücadele  ederek iç huzur arayışı, yine olabilecek en mutlu son.


Koyu pembe kitaplar, hayata bakışınızı değiştirecek sosyal/psikolojik alt metinleri olan, edebi açıdan yetkinliğin tepelerinde dolaşan, zeka ve yaratıcılık dolu kurgularıyla çığır açan şaheserler olmayabilir. Zaten insan sürekli böyle kitaplar okumak istemeyebilir, istese de beceremeyebilir. İşte pembe kitaplar kadar "pembe" olmayan ama boş zamanlarda okunarak esasen dinlenip eğlenmeye yarayan koyu pembe kitaplar böyle zamanlar için ideal. Belki arka arkaya okunurlarsa iç bayıcı ama arada bir okunduğunda leziz. İlginç hikayeleriyle insanı saran, sürükleyici kitaplar...Hiç fena değil, hiç.

2 yorum:

  1. Ateşe atlayanlar'i okumuştum, değişik bir kitapti, beğenmiştim, bir cok farklı duyguya değinen bir kitap:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de beğenmiştim. Atlara Fısıldayan Adam daha da güzel sanki :)

      Sil

Söyleyecek sözü olanlara bayılırım! :)